Günümüz dünyasında, Diyarbakır Cezaevi çok sayıda insan için büyük önem taşıyan ve ilgi duyulan bir konu haline geldi. Diyarbakır Cezaevi ortaya çıkışından bu yana toplumun farklı kesimlerinin dikkatini çekerek tartışmalara, çatışan görüşlere ve onun hakkında daha fazla bilgi edinme konusunda sürekli bir ilgiye neden oldu. Etkisi sınırları aşmış ve farklı yönlerini inceleyen çok sayıda araştırma ve yayının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Diyarbakır Cezaevi, farklı bakış açılarından yaklaşılarak ve sayısız fikir ve konum üreterek medyada ve siyasi gündemde önemli bir yer edinmeyi başardı. Bu makalede, Diyarbakır Cezaevi'in büyüleyici dünyasını derinlemesine inceleyerek onun kökenlerini, evrimini ve günümüz toplumu üzerindeki etkisini keşfedeceğiz.
Diyarbakır E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu | |
Koordinatlar | 37°55′44″K 40°11′48″D / 37.92889°K 40.19667°D |
---|---|
Kapasite | 600 (ilave ranzalarla 1.000) |
Açılış tarihi | 4 Temmuz 1980 |
Kapanış tarihi | 12 Ekim 2022 |
Eski adı | Diyarbakır 5 No.'lu Askerî Cezaevi |
Diyarbakır Cezaevi ya da Diyarbakır Askerî Cezaevi, Diyarbakır'da kurulan bir cezaevidir. 1972'de yapımına başlandı, 4 Temmuz 1980'de açıldı. 12 Eylül Darbesi'den sonra askerî yönetime devredilerek Sıkıyönetim Askerî Cezaevi olarak kullanıldı. Yaşandığı iddia edilen işkenceler ile ön plana çıktı. The Times gazetesine göre "dünyanın en kötü şöhretli 10 cezaevi" arasında yer almaktadır. 1981 ve 1984 yılları arasında cezaevinde 30 kadar kişi öldü. 9 Mayıs 1988 tarihinde Adalet Bakanlığına devredildi. Cezaevi hakkında belgeseller çekildi ve kitaplar yazıldı. Günümüzde ise müze olması planlanmaktadır.
E Tipi Cezaevi yaklaşık 600 kapasiteliydi ancak doluluk oranı zaman zaman 900’e kadar da yükselebilmekteydi. Politik tutuklu ve hükümlülerin kaldığı D Tipi Cezaevi’nde ise kapasite 700-750 arasındaydı.
1981-1984 yılları arasında işkenceye maruz kaldığı iddia edilen 30 kişi öldü. Soruşturmayı yapan ve iddiada adı geçen 32 sanıktan 30'unun ölümünü doğrulayan savcının açıklamasına göre; 4'ü kendini yakarak intihar olmak üzere 8 kişi intihar etti, 6'sı açlık grevi ve 16'sı doğal ölüm (hastalık) sonucu öldü. Bazı kaynaklara göre ise bazı mahkûmlar, yapıldığı iddia edilen işkenceler yüzünden öldü. PKK'nın kurucu militanlarından Kemal Pir de ölüm orucu sonucunda öldü. PKK Merkez Komite Üyesi Mazlum Doğan da intihar edenler arasındadır. PKK'nın kurucularından Sara kod adlı Sakine Cansız da cezaevinde hapis yatmıştır.
Hapishanede o yıllarda kalmış olan 32 kadın şöyle demiştir:
Esat Oktay Yıldıran'ın, Kıbrıs Harekâtı sonrası Diyarbakır Cezaevi'ne bizzat Kenan Evren tarafından yollandığı ve iç güvenlik komutanı olarak görev süresi boyunca işkence yaptığı iddia edilir. Bunun yanı sıra Esat Oktay Yıldıran'ın işkence yaptığını söyleyen Nagehan Alçı ve eşi Rasim Ozan Kütahyalı ile Ümit Zileli, bunu kanıtlayamadıkları için yargısız infaz yapmak ve Esat Oktay Yıldıran'ın hatırasına hakaret etmekten 105 gün hapis cezasına çarptırıldı.
Ben siyasi biri değilim. Bu konularda birikimim yok. Ama 12 Eylül, Kürt sorununa herkesin dikkatini çekti, bu sorunu dünyaya duyurdu. Cezaevindeki vahşet olmasaydı, Kürt meselesi bu ülkede bu kadar erken açığa çıkmazdı. Diyarbakır Cezaevi'ndeki insanları birer militan haline getirdiler. Bunların %80'den fazlası dağa çıktı. İnsanın oradaki vahşeti gördükten sonra normal yaşama dönmesi çok zordu. "PKK hareketi 1984'te patladı" derler ya, bu tarih, Diyarbakır Cezaevi'nden ana tahliyelerin olduğu tarihtir.
Hapisaneden çıktığımda eğer genç olsaydım, 5 No'lu'ya tekrar haksız yere girmemek için dağa çıkardım.
— Felat Cemiloğlu
1980 ve 1983 yılları arasında gerçekleştiği iddia edilen işkence ve öldürme olaylarının, Güneydoğu bölgesindeki Kürtçülük düşüncesinin yayılmasında rol oynadığı bazı yazarlar ve siyasetçilerce iddia edilir. Altan Tan, "Kürt Sorunu" adlı kitabında, Diyarbakır Cezaevi'nden çıkanların büyük çoğunluğunun dağa çıktığını, PKK'nın ana gövdesini oluşturduğunu ve örgütün büyümesini sağladığını iddia etmiştir.
"38" belgeseli ile tanınan Çayan Demirel, "tarihle yüzleşmek için" cezaevi hakkında "5 No’lu Cezaevi: 1980-84" adında bir belgesel çekti. Süresi 90 dakika olan belgeselin oluşması için yüze yakın tanıkla görüşüldü ve elliye yakın röportajlardan kesitler kullanıldı.
Cezaevi ile ilgili onlarca kitap yazılırken bir de dönemi kara kalemle anlatan Zülfikar Tak'ın resim sergisi açıldı. 33 adet resimden oluşan sergi, 1989 yılında bir ayda çizildi ve resimler Karşı Sanat'ta sergilendi. Tak, ayrıca "Diyarbakır Cezaevi'nde İşkence Çeşitleri" adını verdiği bir karikatür kitabı çıkardı. Tak'ın çıkardığı kitap Avrupa'da Almanca ve İngilizce yayımlandı. Her iki dili konuşan insanların anlayabilmesi için Türkiye'deki baskıda Türkçe ve Kürtçe açıklamalara da yer vererek cezaevinde yapıldığı iddia edilen tüm işkenceleri tasvir etti.