Perestroyka dünya çapında insanların dikkatini çeken bir konudur. Ortaya çıkışından bu yana siyasette, kültürde, bilimde veya genel olarak toplumda farklı alanlarda büyük ilgi ve tartışmalara yol açmıştır. Bu konu, etkisini ve sonuçlarını anlamak amacıyla uzmanlar ve akademisyenler tarafından araştırma ve analiz konusu olmuştur. Ayrıca, farklı platformlarda ve tartışma alanlarında konuşmalar ve yansımalar yaratarak genel nüfusun ilgisini çekti. Bu makalede Perestroyka'i ayrıntılı olarak inceleyeceğiz, en alakalı yönlerini analiz edeceğiz ve bu konuyla ilgili geniş ve çeşitli bir bakış açısı sunacağız.
| Rusya tarihi |
|---|
Perestroyka (Rusça: «Перестро́йка»; anlamı: yeniden yapılanma), Sovyetler Birliği'nde 1985–1991 yılları arasında, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri Mihail Gorbaçov tarafından başlatılan ekonomik, siyasi ve toplumsal reformları tanımlamak için kullanılan genel adlandırmadır.
Perestroyka'nın başlangıcı genellikle Mart 1985 olarak kabul edilse de, köklü sosyal, ekonomik ve siyasi değişimler fiilen 1987'deki SBKP Merkez Komitesi Ocak Plenumu'nda “yeni devlet politikası” olarak ilan edilmesiyle başlamıştır. Reform, 1980'lerin ortalarına gelindiğinde nesnel olarak gerekli görülen kapsamlı bir dönüşüm süreciydi. İlk aşamada (1985–1987) kısmi başarılar elde edilmiş olsa da ilerleyen yıllarda ülke yönetiminde istikrarsızlık, ekonomik kriz ve nihayetinde Sovyetler Birliği’nin dağılması ile sonuçlanmıştır.
Reformların resmi amacı, SSCB'deki toplumsal-siyasal ve ekonomik yapının “geniş çaplı demokratikleşmesi” olarak tanımlanmış, yani halkın karar alma mekanizmalarına daha fazla katılımını sağlayacak bir demokratizatsiya (demokratikleşme) süreci hedeflenmiştir. Bununla birlikte, Glasnost (açıklık) politikasıyla sansürün kaldırılması, özel girişimin yasallaştırılması ve Batı ile ilişkilerde yumuşama dönemi yaşanmıştır.
Ancak reformlar ekonomik durgunluğu aşmak yerine üretimde gerilemeye yol açmış, siyasi alanda ise etnik çatışmalar, iktidar mücadeleleri ve nihayetinde Sovyetler Birliği'nin çöküşüne giden süreci hızlandırmıştır. Uluslararası alanda ise SSCB, Perestroyka yıllarında Soğuk Savaş'taki birçok konumunu kaybetmiş ve fiilen Batı karşısında yenilgiye uğramıştır.
15–17 Mayıs 1985 tarihlerinde SBKP Genel Sekreteri Mihail Gorbaçov Leningrad’a bir gezi düzenledi. Burada parti şehir komitesiyle yaptığı toplantıda, ilk kez toplumsal-siyasal yaşamın yeniden düzenlenmesi gerektiğini dile getirdi: Görünüşe göre, yoldaşlar, hepimizin yeniden yapılanması gerekiyor. Hepimizin.
8 Nisan 1986’da Tolyatti’ye yaptığı ziyarette Gorbaçov, ilk kez “perestroyka” sözcüğünü kullanarak, bunu siyasi ve ekonomik değişimleri tanımlamak için kullandı.[1]
Tarihçi Viktor Danilov'a göre, “o dönemin dilinde bu kavram, toplumsal-ekonomik biçimlerin köklü değişimini değil, bazı ekonomik işlevlerin ve bağlantıların yeniden örgütlenmesini ifade ediyordu”.[2]
SSCB'de kapsamlı reformların başlangıcı genellikle 1985 yılına, partinin ve fiilen devletin başına Mihail Gorbaçov’un geçmesine bağlanır. Ancak bazı yazarlar “perestroyka’nın babası” olarak Yuri Andropov’u gösterir; bazıları ise 1983–1985 yıllarını “embriyon dönemi” olarak tanımlar. Onlara göre SSCB, 1980'lerin ilk yarısında giderek reform aşamasına girmekteydi.[3] Süreci aslında Andropov başlatmıştı.
1983 başında Andropov, SBKP Merkez Komitesi'nin bazı üst düzey üyelerine, aralarında Gorbaçov ve Nikolay Ryjkov'un da bulunduğu bir gruba, ekonomik reformlara ilişkin öneriler hazırlama görevi verdi. Hesap esaslı işletme ve işletmelerin özerkliği, kooperatifler, ortak girişimler ve anonim şirketler gibi konular tartışıldı.[4] 1983'te geniş ölçekli bir ekonomik deney başlatıldı. Seçilen bazı sektörlerde ve büyük işletmelerde, ücretler kâra bağlandı, fiyatlar ve ürün çeşitleri işletmeler tarafından belirlenmeye başlandı.
1984'te, yeni tekniklerin uygulanması ve bilimsel-üretim ilişkilerinin geliştirilmesine ayrılmış bir plenuma gidilmesi planlanıyordu. Ancak Yuri Andropov’un ölümü ve Konstantin Çernenko’nun iktidara gelmesiyle planlar askıya alındı. Çernenko’nun dönemi “ekonomik kalkınmayı hızlandırma” ve “ekonomik yönetim sistemini yeniden yapılandırma” çağrılarıyla geçti. 1984'te kapsamlı bir ekonomik reform programı hazırlıkları da başlatılmış, Josef Stalin’in SSCB’de Sosyalizmin Ekonomik Sorunları (1952) kitabındaki tartışmalar yeniden gündeme alınmıştı.

11 Mart 1985’te SSCB’nin başına Mihail Gorbaçov geçti. Daha 23 Nisan’da yapılan SBKP MK Plenumunda ülkenin sosyo-ekonomik gelişmesinin hızlandırılması gerektiğini belirterek reform ihtiyacını dile getirdi.[5][6] Ana hedef ekonominin yoğunlaştırılması ve bilimsel-teknik ilerlemenin hızlandırılması oldu. Henüz Glasnost, demokratikleşme, sosyalist piyasa gibi kavramlar gündemde değildi.
Mayıs ayında Leningrad’daki konuşması ülke çapında geniş yankı uyandırdı. Bu konuşma halkın gözünde “perestroyka” ile özdeşleşti; ancak o aşamada terim slogan olarak kullanılmıyor, yalnızca mevcut sistemdeki eksikliklerin idari kampanyalarla düzeltilmesine yönelikti: ekonomiyi hızlandırma, otomasyon, bilgisayarlaşma, alkol karşıtı kampanya, “emeksiz gelirlerle mücadele”, üretimde Gospriyomka denetimi, yolsuzlukla mücadele gösterileri vb.
Bu dönemde radikal adımlar atılmadı, dışarıdan bakıldığında durum eskisi gibi görünüyordu. Ancak 1985–1986 arasında Politbüro ve Sekreterya ciddi biçimde yenilendi: Gorbaçov rakiplerini tasfiye ederek yerlerine Boris Yeltsin, Anatoli Dobrynin, Aleksandr Yakovlev gibi isimleri getirdi. Böylece “Gorbaçov çoğunluğu” oluştu.[7]
Şubat–Mart 1986'da toplanan SBKP XXVII. Kongresi partinin programını değiştirdi: artık hedef “sosyalizmin mükemmelleştirilmesi” idi. Kongrede “halkın özyönetimi” vurgulandı ve 2000 yılına kadar her aileye ayrı bir konut sağlanacağı ilan edildi. Bu amaçla Konut-2000 Programı başlatıldı.[8]
Gorbaçov ayrıca “bizim için ilkesel olan açıklığın genişletilmesidir. Açıklık olmadan demokrasi de yoktur” diyerek basına daha fazla özgürlük tanıdı.[9] Böylece yasaklı edebiyat ve filmler yayımlanmaya başladı; Andrey Saharov ve diğer birçok muhalif serbest bırakıldı.
1986'da iki büyük darbe yaşandı: Çernobil faciası ve petrol fiyatlarının çöküşü. Bu gelişmeler, yönetimi sadece idari önlemlerle krizi aşamayacakları sonucuna götürdü ve sistemi “demokratik sosyalizm” yönünde dönüştürme çabasını başlattı.

Yeni dönem, Ocak 1987'deki SBKP MK Plenumu ile başladı. Burada ekonominin yönetiminde köklü değişiklikler yapılması hedeflendi ve bu süreç, Sovyet toplumunun tüm alanlarında geniş çaplı reformların başlangıcı oldu (ilk adımlar 1986 sonunda, örneğin «Bireysel emek faaliyeti yasası» ile atılmıştı):
Plenumda Gorbaçov “Perestroyka ve Parti’nin kadro politikası” başlıklı raporunda şu yönleri belirledi:[10]
İlk alternatif seçimler 1987 yazında bazı bölgelerde gerçekleşti.[11] Aynı yıl Gorbaçov, perestroykanın “16–20 yıllık bir süreç” olduğunu belirtti.[12]
1987–1988 yıllarında daha önce yasaklanan eserler yayımlandı: Vasili Grossman'ın Hayat ve Kader, Anna Ahmatova’nın Ağıt, Lidiya Çukovskaya’nın Sofya Petrovna, Boris Pasternak’ın Doktor Jivago, Mihail Bulgakov’un Köpek Kalbi, Andrey Platonov’un Çevengur ve Temel Çukur. Yeni eserler de büyük yankı uyandırdı: Cengiz Aytmatov’un Darağacı, Anatoli Rybakov’un Arbat Çocukları, Vladimir Dudinçev’in Beyaz Giysiler, Tatyana Tolstaya’nın Altın basamakta oturan… adlı kitabı.
Sergey Solovyov’un Assa filminde Viktor Tsoi’nun “Değişim istiyoruz!” şarkısı duyuldu ve perestroyka gençliğinin gayriresmî marşı haline geldi. Yuris Podnieks'in Genç olmak kolay mı? adlı belgeseli de dönemin gençliğini gözler önüne serdi.
1987'de Aleksandr Yakovlev başkanlığında Stalin dönemi mağdurlarını rehabilite etme komisyonu kuruldu. 988'in bininci yılı (1988) gibi dini kutlamaların resmî olarak yapılması, kiliseye yönelik politikalarda değişim olarak algılandı.
Toplumda özellikle gençlik ve aydınlar arasında özgürlük havası hâkim oldu. 1987–1988'de ilk bağımsız televizyon girişimleri (NIKA-TV, ATV) ortaya çıktı. 12. Kat ve Bakış gibi gençlik programları, Sovyet TV'sinin resmî ve didaktik üslubunu terk etti.[13]
Ancak 1988'den itibaren ekonomik sıkıntılar arttı, separatizm güçlendi ve Karabağ çatışması gibi ilk etnik çatışmalar başladı. Aynı dönemde “Pamuk Davası”nda Özbekistan’daki yolsuzluklar açığa çıkarıldı.[14]
1988’de yapılan SBKP XIX. Konferansı büyük önem taşıdı. 1920’lerden beri ilk kez delegeler bağımsız görüş bildirdiler, parti yönetimini eleştirdiler ve bu tartışmalar televizyondan yayımlandı. Konferans, alternatif seçimlerin ülke genelinde yapılmasına ve Halk Vekilleri Kongresinin oluşturulmasına karar verdi. Milletvekillerinin üçte ikisi doğrudan halk tarafından seçilecek, geri kalan 750 vekil ise “toplumsal örgütler” aracılığıyla (çoğunluğu SBKP) atanacaktı. Bu reform 1988 sonunda yasalaştı ve parti–devlet sisteminin dönüşümünde önemli bir adım oldu.[15]

1989'daki seçimler, SSCB'nin en yüksek yasama organı için birden fazla aday arasında gerçek seçim hakkı tanıyan ilk seçimler oldu. Seçim kampanyaları ve televizyon tartışmaları, ifade özgürlüğü ve siyasal mücadelenin başlangıcı olarak görüldü. Bu dönemde “Perestroykanın öncüleri” adı verilen yeni bir siyasi liderler grubu öne çıktı: Gavriil Popov, Yuri Afanasiyev, Anatoli Sobçak, Galina Starovoytova, İlya Zaslavskiy ve Yuri Çernichenko.
I. SSCB Halk Vekilleri Kongresi 25 Mayıs 1989'da açıldı. İlk gün Gorbaçov, SSCB Yüksek Sovyeti Başkanı seçildi. Kongre oturumları canlı yayımlandı ve milyonlarca Sovyet vatandaşı tarafından izlendi. Son gün, muhalif vekiller Andrey Saharov, Boris Yeltsin, Yuri Afanasiyev, Gavriil Popov ve Viktor Palm önderliğinde SSCB Halk Vekilleri Arası Bölgesel Grup'u kurdular. Bu grup, radikal reformları savundu ve çoğunlukta olan Komünist Parti yanlılarını “agresif itaatkâr çoğunluk” olarak adlandırdı.

Yaz aylarında Mejduryeçensk'te ilk büyük çaplı madenci grevi başladı. Aynı dönemde ekonomi tam ölçekli krize girdi: 1989'da büyüme yavaşladı, 1990'da düşüş başladı ve 1991'de ülke çöküşe sürüklendi. Market raflarının boşalması, yoksulluk ve işsizlik yaygınlaştı. 1991'de Batı'dan Kızılhaç aracılığıyla insani yardım gönderildi.[16] Toplumda hayal kırıklığı ve anti-komünist duygular arttı. Reformların yönü “sosyalizmin geliştirilmesi”nden demokrasi ve piyasa ekonomisine kaydı.

Siyasal değişimler etnik çatışmaları da tetikledi. 1988–1989’da Estonya, Litvanya ve Letonya egemenlik ilanları yayımladı.[17] 23 Ağustos 1989’da Baltık halkları, Baltık Yolu adıyla 670 km’lik bir insan zinciri oluşturdu.[18]
Ağustos 1989’da Moskova Barış Festivali düzenlendi ve “Sovyet Woodstock’ı” olarak tanımlandı.[19]

Aralık 1989'da yapılan II. SSCB Halk Vekilleri Kongresi, Anayasa'nın 6. maddesinin kaldırılmasını tartıştı. Şubat 1990'da büyük mitingler gerçekleşti ve Mart 1990'da 6. madde kaldırıldı, SSCB Başkanı makamı oluşturuldu ve Gorbaçov ilk başkan seçildi. Aynı yıl Baltık ülkeleri bağımsızlık yasaları kabul etti.
RSFSC’de ise “Demokratik Rusya” bloğu seçimlerde büyük başarı kazandı. 29 Mayıs 1990'da Boris Yeltsin, RSFSC Yüksek Sovyeti Başkanı seçildi.[20] 12 Haziran 1990'da RSFSC, Rusya Federasyonu Egemenlik Bildirgesi'ni kabul etti. Bu adım “Yasalar Savaşı”nı başlattı. Aynı tarihte kabul edilen “Basın Yasası” sansürü yasakladı.[21]

1991'de SSCB'nin geleceği için referandum yapıldı; katılanların %76'sı “yenilenmiş federasyon” lehinde oy verdi. Ancak Litvanya, Estonya, Letonya, Gürcistan, Moldova ve Ermenistan gibi cumhuriyetlerde referandum yapılmadı.
20 Ağustos 1991'de yeni bir birlik anlaşması imzalanacaktı, ancak Ağustos darbesi patlak verdi. GKÇP adıyla bilinen grup, Gorbaçov'u Foros'ta izole etti ve olağanüstü hal ilan etmeye çalıştı. Darbe sadece Azerbaycan ve Belarus tarafından desteklendi.[22]
Boris Yeltsin, Moskova Beyaz Evi'nden darbe karşıtı direnişi yönetti, tankın üzerinden halka seslendi ve GKÇP'nin kararlarını tanımadığını açıkladı. 23 Ağustos'ta RSFSC'de Komünist Parti'nin faaliyetleri askıya alındı,[23] 6 Kasım'da ise tamamen yasaklandı. 24 Ağustos'ta Gorbaçov, SBKP Genel Sekreteri görevinden istifa etti ve SSCB Bakanlar Kurulunu feshetti.

Ağustos darbesinin yenilgisi ve GKÇP'nin dağılması, SSCB'de merkezi otoritenin çöküşüne yol açtı. Gorbaçov hızla gücünü kaybederken, yetkiler cumhuriyet liderlerine geçti ve dağılma süreci hızlandı. Bir ay içinde hemen tüm Sovyet cumhuriyetleri bağımsızlık ilan etti. Bazıları meşruiyet sağlamak için referandumlar düzenledi.
Bu dönem genellikle Perestroyka'ya dâhil edilmez; devlet resmî olarak hâlâ varlığını sürdürse de SSCB'nin sonu artık kaçınılmazdı.
2–5 Eylül 1991'de toplanan V. (olağanüstü) SSCB Halk Vekilleri Kongresi, SSCB Anayasası'nın askıya alındığını ilan etti. Kongre, kendi feshi ve SSCB Yüksek Sovyeti'nin lağvını kabul etti. Yasama yetkisi olmayan, dağınık bir danışma organı oluşturuldu. Hükûmet yerine cumhuriyetlerin eşit temsil edildiği Devletlerarası Ekonomik Komite kuruldu.[24][25]
Eylül 1991'de Batı ülkeleri, Baltık ülkelerinin bağımsızlığını topluca tanıdı. Ekimde Rusya parlamentosu, SSCB organlarının kararlarının yalnızca “tavsiye niteliğinde” olduğuna hükmetti. Yeltsin de benzer bir kararname yayımladı.[26]
18 Ekim 1991'de Moskova'da imzalanan Ekonomik Topluluk Antlaşması, Sovyet cumhuriyetlerini “bağımsız devletler” olarak tanıdı.[27] Antlaşmayı Belarus, Kazakistan, Rusya, Türkmenistan, Ermenistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan imzaladı. Gorbaçov da SSCB başkanı olarak belgeye taraf oldu.
22 Ekim'de KGB kaldırıldı, yerine üç yeni kurum kuruldu. 3 Aralık 1991'de Sovyet gizli servisi tamamen tasfiye edildi. Aynı dönemde Rusya, SSCB bütçesine ödeme yapmayı kesti. 6 Kasım 1991'de Boris Yeltsin, SBKP ve RSFSC Komünist Partisi'nin faaliyetlerini yasakladı.[28]
Kasım 1991'de SSCB'nin birçok bakanlığı kapatıldı, on binlerce kişi işten çıkarıldı.[29] Aynı ay RSFSC, 70'ten fazla bakanlığı kendi yetkisi altına aldı.
1 Aralık 1991'de Ukrayna referandumu, bağımsızlık lehine büyük çoğunlukla sonuçlandı.

8 Aralık 1991'de Belarus, Rusya ve Ukrayna liderleri Belojeza Ormanı'nda bir araya gelerek SSCB'nin sona erdiğini açıkladılar ve Bağımsız Devletler Topluluğunu (BDT) kuran Belojeza Antlaşması'nı imzaladılar.[30]
12 Aralık'ta Rusya parlamentosu antlaşmayı onayladı ve 1922 SSCB Kuruluş Antlaşması'nı feshetti. 21 Aralık'ta Alma-Ata Deklarasyonu imzalandı ve BDT'ye 11 cumhuriyet katıldı.
25 Aralık 1991'de Mihail Gorbaçov, SSCB Başkanı görevinden istifa etti.[31] Aynı gün SSCB bayrağı, Kremlin’den indirilerek yerine Rusya bayrağı çekildi.[32] 26 Aralık 1991’de SSCB’nin üst yasama organı olan SSCB Yüksek Sovyeti resmî olarak SSCB’nin dağılmasını ilan eden bildirgeyi kabul etti.[33]
1980’lerin ortasına gelindiğinde SSCB’deki planlı ekonominin tüm sorunları daha da keskinleşti. Tüketim malları kıtlığı, özellikle gıda ürünlerinde belirginleşti. Petrol ihracat gelirlerindeki düşüş (1985–1986 yıllarında %30 azalma) döviz açığına yol açtı. Bu durum ithalatı, özellikle tüketim mallarının ithalatını zorlaştırdı. Bazı yazarlar, SSCB’nin yüksek teknoloji sektörlerinde Batı’nın gerisinde kaldığını vurguladı. Örneğin, Aleksandr Narinyani 1985’te şöyle yazmıştı: “Sovyet bilgisayar teknolojisindeki durum felaket gibi görünüyor… Dünyayla aramızdaki uçurum giderek büyüyor. Artık sadece Batı prototiplerini kopyalayamayacak değiliz, hatta gelişmeleri takip edemeyecek hâle geliyoruz.”[34]
Nisan 1985’teki SBKP Merkez Komitesi Plenumu’nda, ülkedeki ekonomik ve sosyal sorunlar ilk kez açıkça dile getirildi. Çözüm olarak “uskorenie” (sosyo-ekonomik kalkınmanın hızlandırılması) politikası benimsendi. Özellikle makine yapımı ve modernizasyon öncelik kazandı.
Aynı yıl başlatılan alkol karşıtı kampanya, disiplin ve üretkenliği artırmayı amaçladı. Ancak sonuçta devlet bütçesi 20 milyar rubleden fazla gelir kaybına uğradı, sahte içki üretimi ve zehirlenmeler arttı.
1986’daki SSCB Komünist Partisi 27. Kongresi, “Konut-2000” gibi uzun vadeli sosyal-ekonomik programlar kabul etti. 19 Kasım 1986’da Bireysel çalışma yasası çıkarıldı.[35]
1987’de geniş kapsamlı ekonomik reform başladı. Reform şunları öngörüyordu:
13 Ocak 1987’de Sovyet işletmelerine yabancı şirketlerle ortak girişim kurma izni verildi. 11 Haziran 1987’de alınan bir kararla işletmeler tam hozrasçot ve öz-finansman esasına geçti.[37]
Aynı yıl kabul edilen Devlet İşletmeleri Yasası ile işletmelere daha geniş haklar tanındı.[38] Ancak bu, ücretlerin kontrolsüz artışına ve enflasyona yol açtı.
26 Mayıs 1988’de çıkarılan Kooperatifler Yasası, ticaret dâhil her türlü faaliyete izin verdi. Fakat birçok kooperatif, spekülasyon ve kara para aklama yoluna gitti.
Bütçe açığı hızla arttı: 1985’te 17–18 milyar ruble iken, 1986’da üç katına çıktı. Gelir kaybı özellikle Afganistan savaşı, Çernobil felaketi ve alkol yasağı nedeniyle büyüdü.
1988’den itibaren işletmelere doğrudan ihracat yetkisi verildi.[39] 1989’da kabul edilen düzenlemelerle cumhuriyetlerin ekonomik özerkliği artırıldı.[40] Böylece devletin dış ticaret tekeli fiilen sona erdi. Ancak bu, işletmelerin eline karşılığı olmayan para geçmesine ve kıtlığın artmasına yol açtı.[41]
1989 yılına gelindiğinde, sosyalist sistem içinde ekonomiyi reforme etme girişiminin başarısız olduğu ortaya çıktı. Devlet planlı ekonomisine kısmen piyasa unsurları (devlet işletmelerinde hesaplı yönetim, küçük ölçekli özel girişimcilik) dâhil edilmesi olumlu sonuç vermedi. Ülke kronik mal kıtlığına ve genel ekonomik krize giderek daha fazla sürüklendi. 1989 sonbaharında Moskova’da, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez şeker karneyle dağıtıldı. Hatalı üretim oranı arttı, fabrikalarda kaza ve felaketler sıklaştı. 1989 yılı devlet bütçesi uzun bir aradan sonra ilk kez açıkla hazırlanmıştı.
Bunun üzerine, ülke yönetimi kısa süre önce sosyalizmin temellerine aykırı diye reddedilen piyasa ekonomisine geçiş olasılığını ciddi biçimde düşünmeye başladı. I. SSCB Halk Vekilleri Kongresi’nden sonra yeni hükümet Nikolay Ryjkov başkanlığında kuruldu. Hükümette SSCB Bilimler Akademisi’ne bağlı 8 akademisyen ve muhabir üye, yaklaşık 20 doktor ve doçent yer aldı. Yeni kabine, radikal ekonomik reformlar ve farklı yönetim yöntemleri üzerine odaklandı. Bu kapsamda hükümetin yapısı değiştirildi, bakanlık sayısı 52’den 32’ye düşürüldü (yaklaşık %40 azalma).

Mayıs 1990’da Başbakan Ryjkov, SSCB Yüksek Sovyeti’nde hükümetin ekonomik programını açıkladı. Bu program, “Ablakin Komisyonu” tarafından hazırlanmış ve düzenlenmiş fiyatlarla piyasa ekonomisine geçiş konseptine dayanıyordu. Ryjkov’un konuşması sırasında Moskova’da panik alımları yaşandı: ayçiçek ve tereyağı stokları, un, tuz gibi temel ürünler birkaç saat içinde tamamen tükendi. Bunun üzerine halk arasında fiyat artışlarına karşı protesto dalgaları başladı. Mihail Gorbaçov, daha önce fiyatların değişmeyeceği sözü verdiğinden, hükümet programından uzaklaştı. Reform Yüksek Sovyet tarafından ertelendi.[20]
Haziran 1990’da Yüksek Sovyet “Piyasa Ekonomisine Geçiş Konsepti”ni kabul etti. Ekim ayında ise “Halk Ekonomisini İstikrara Kavuşturma ve Piyasa Ekonomisine Geçişin Temel Yönleri” belgesi onaylandı. Bu belgeler tekelleşmenin kırılması, mülkiyetin özelleştirilmesi, anonim şirketlerin ve bankaların kurulması, özel girişimciliğin gelişmesi gibi adımları öngörüyordu. Aralık 1990’da Ryjkov hükümeti görevden alındı. SSCB Bakanlar Kurulu, Valentin Pavlov başkanlığındaki Bakanlar Kabinesine dönüştürüldü.
1991’de hükümetin ekonomik politikaları esasen fiyatların 2 Nisan 1991’de iki kat artırılması (fiyatlar hâlâ devlet kontrolündeydi) ve Pavlov’un para reformu ile sınırlı kaldı. Bu reform kapsamında 50 ve 100 rublelik banknotlar 23–25 Ocak 1991 tarihlerinde sadece 3 gün ve sınırlı koşullarda yeni kupürlerle değiştirildi. Reform, gölge ekonomide biriken paraları devre dışı bırakmayı amaçlıyordu.
1990’ların başında SSCB ekonomisi ciddi bir krize girdi: üretim düştü, 1990’da bütçe açığı %12,8’e ulaştı[42], dış borç 103,9 milyar dolara yükseldi. Sabun ve kibrit gibi tüketim malları karne sistemi ile dağıtılmaya başlandı. Cumhuriyetler kendi gümrüklerini ve para birimlerini çıkarmaya başladı.
Ayrıca ruble için farklı kurlar uygulanıyordu: 1990 ortasında resmi kur 1,66 dolar, ticari kur 0,60 dolar ve turistik kur 0,17 dolar iken kısa sürede 0,036 dolara (3,6 sent) kadar düştü.[43]

Göreve geldikten sonra Mihail Gorbaçov, ABD ile ilişkilerin iyileştirilmesi yönünde adımlar attı. Bunun nedenlerinden biri, devlet bütçesinin %25’ini tüketen aşırı askerî harcamaları azaltma isteğiydi. Uluslararası ilişkilerde “Yeni siyasi düşünce” politikası ilan edildi.[44]
Bununla birlikte, Gorbaçov yönetiminin ilk iki yılında dış politika oldukça sert kaldı. 1985 sonbaharında Cenevre’de yapılan Gorbaçov–Reagan zirvesi, yalnızca nükleer savaşın kabul edilemezliğini vurgulayan bir deklarasyonla sonuçlandı. 15 Ocak 1986’da Sovyet hükümeti, 2000 yılına kadar nükleer silahsızlanma programını açıkladı ve dünya ülkelerini nükleer deneme moratoryumuna katılmaya çağırdı.
Afganistan politikası da kısmen değişti. Mayıs 1986’da iktidara getirilen Muhammed Necibullah, “ulusal uzlaşma” politikası ilan etti, yeni bir anayasa kabul edildi ve 1987’de cumhurbaşkanı seçildi. SSCB, yeni yönetimi desteklemeye çalıştı ve sonrasında Sovyet askerlerini çekme süreci başladı.[45]
Ekim 1986’daki Reykjavík zirvesi, yeni dış politika çizgisinin başlangıcı oldu. Sovyetler Birliği ilk kez ciddi tavizler vermeye hazır olduğunu açıkladı. Anlaşma sağlanamasa da zirve büyük yankı uyandırdı ve sonraki gelişmeleri etkiledi.

1987’de Varşova Paktı ülkeleri yeni bir savunma doktrini kabul etti ve tek taraflı silah azaltımı ilan etti. Aynı yıl Matthias Rust’un uçağı Moskova’nın Kızıl Meydan’ına iniş yapınca, Sergey Sokolov görevden alındı, yerine Dmitriy Yazov getirildi.
Yeni dış politika düşüncesi Gorbaçov’un 1987’de yayımlanan *Perestroyka ve yeni düşünce* kitabında formüle edildi. Gorbaçov’a göre, sosyalizm ile kapitalizm arasındaki ideolojik farklılıklar bir kenara bırakılarak “ortak insanî değerler” öncelik kazanmalıydı.[44]

1987’den itibaren SSCB–ABD karşıtlığı hızla azaldı. 8 Aralık 1987’de Washington’da Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Antlaşması imzalandı. 1989 Şubat’ında Sovyet askerleri Afganistan’dan tamamen çekildi ve Soğuk Savaş fiilen sona ermeye başladı.
1989’da Doğu Avrupa’daki komünist rejimler birbiri ardına çökerken, SSCB müdahale etmedi. Almanya’nın birleşmesine de engel olunmadı; Gorbaçov ve Eduard Şevardnadze birleşmiş Almanya’nın NATO’ya katılmasına razı oldu.
21 Kasım 1990’da Paris’te imzalanan “Yeni Avrupa Şartı”, yarım yüzyıllık bloklar arası çatışmanın bittiğini ilan etti. 1991’de Varşova Paktı ve Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi (SEV) feshedildi, Sovyet birlikleri Polonya, Çekoslovakya ve Macaristan’dan, ardından Almanya’dan çekildi.
Aralık 1986’da Kazakistan SSC Komünist Partisi Birinci Sekreteri olan Dinmuhammed Kunaev’in görevden alınması ve yerine Kazakistan’la hiçbir bağı bulunmayan Rus asıllı Gennadi Kolbin’in atanması üzerine Almatı’da gösteriler patlak verdi. Kazak gençliği, Kolbin’in atanmasına karşı çıkarak cumhuriyetin başına yerli halktan birinin getirilmesini talep etti. 17–18 Aralık 1986’da gerçekleşen olaylar, Kazakça adıyla Jeltoqsan (Kazakça: Желтоқсан көтерілісі — “Aralık olayları”) olarak bilinir.[46] Gösteriler kısa sürede şiddetle bastırıldı ve yüzlerce kişi gözaltına alındı. Daha sonra protestolar, Kazakistan’ın diğer bölgelerine de yayıldı.[47]
Aralık olayları, SSCB’de merkezî otoriteye karşı ilk kitlesel protesto hareketlerinden biri oldu ve sonraki yıllarda diğer cumhuriyetlerdeki benzer hareketlere ilham verdi. Çatışmanın arka planında, Sovyet sisteminin ekonomik sorunlarının yanı sıra etnodemografik farklılıkların yarattığı sosyal ve kültürel gerginlikler yatıyordu. Özellikle Kazakların yüksek doğum oranı, kırsaldan şehirlere göçü artırmış ve şehirlerde iş ve konut rekabetini kızıştırmıştı. Ancak Kazak gençleri için iş bulmak çoğu zaman Rusça bilme şartına bağlıydı. Buna karşılık, etnik Rusların Kazakça bilmeden üst düzey görevlere atanabilmesi, halk arasında hoşnutsuzluğu artırıyordu.[48][49]
Ağustos 1987’de Azerbaycan SSC’ye bağlı Dağlık Karabağ Özerk Oblastı’nda çoğunluğu oluşturan Ermeniler, on binlerce imzalı bir dilekçe ile özerk bölgenin Ermenistan SSC’ye bağlanmasını talep ederek Moskova’ya başvurdu. Aynı yıl ekim ayında Erivan’da, Çardahlu köyündeki olaylar (köyün Ermeni sovhoz müdürünün Azeri ile değiştirilmesine karşı çıkılması) nedeniyle protesto gösterileri düzenlendi.[50] Bu dönemde Gorbaçov’un danışmanı Abel Aganbegyan da Karabağ’ın Ermenistan’a bağlanması gerektiğini savundu.[50]
1987 sonlarında–1988 başlarında, Ermenistan SSC’den binlerce Azeri göç etmek zorunda kaldı.[51] 13 Şubat 1988’de Stepanakert’te Karabağ’ın Ermenistan’a bağlanması talebiyle ilk miting yapıldı.[52] 20 Şubat’ta NKAO Halk Vekilleri Sovyeti, bölgenin Azerbaycan’dan alınarak Ermenistan’a bağlanması talebiyle SSCB, Azerbaycan ve Ermenistan Yüksek Sovyetlerine başvurdu. Ancak 21 Şubat’ta Sovyet Politbürosu bu talebi “aşırılıkçıların ve milliyetçilerin işi” olarak niteledi.
22 Şubat’ta Ağdam’dan gelen Azeriler ile Askeran yakınındaki Ermeni köylüler arasında çatışma çıktı; 2 Azeri öldü.[53] Aynı gün Erivan’da 50 bine yakın kişi gösteri yaptı. 26 Şubat’ta Erivan’daki mitinge yaklaşık 1 milyon kişi katıldı. Aynı gün Sumgayıt’ta ilk mitingler başladı ve 27–29 Şubat 1988’de Sumgayıt pogromu yaşandı. Resmî verilere göre 26 Ermeni ve 6 Azeri öldü, ancak Ermeni kaynakları rakamların düşük gösterildiğini belirtir.[54][55]
Mart–Haziran 1988’de Sovyet organlarının aldığı kararlar gerginliği azaltamadı. Karabağ’da Ermeni yanlısı Krunk Komitesi ve Erivan’daki “Karabağ” komitesi mitingleri ve grevleri örgütledi. Azerbaycan tarafında ise “düzeni sağlama” çağrıları yapıldı. Haziran’da Ermenistan Yüksek Sovyeti Karabağ’ın Ermenistan’a katılmasına onay verdi; 17 Haziran’da Azerbaycan Yüksek Sovyeti bunu reddetti.[56]
Temmuz–Eylül 1988’de karşılıklı göçler hızlandı: binlerce Azeri Ermenistan’dan, binlerce Ermeni Azerbaycan’dan kaçtı.[57] 18 Temmuz’da SSCB Yüksek Sovyeti, Karabağ’ın statüsünü değiştirmeyi reddetti. Eylül’de Karabağ ve Ağdam’da sıkıyönetim ilan edildi, Stepanakert’ten Azeriler, Şuşa’dan ise Ermeniler sürüldü.[58]
1988 sonlarında Ermenistan’da Azerilere, Azerbaycan’da ise Ermenilere yönelik pogromlar ve kitlesel şiddet yaşandı.[59] Yüzbinlerce kişi mülteci oldu. 1989 başında Karabağ dışında yaşayan Ermeniler hızla bölgeden çıkarıldı; aynı şekilde Azeriler de Ermenistan’dan sürüldü.
Baltık’taki ulusal hareket, çevreci eylemlerle başladı.[60] Örneğin Letonya SSC’de Çevre Koruma Kulübü’nün çalışmaları sonucunda 1986’da baraj inşaatı, 1988’de ise Riga metrosu projesi durduruldu.[60] 1989’a gelindiğinde kulübün üye sayısı 35 bine ulaştı ve Baltık Denizi’nin kirlenmesine karşı gösteriler düzenlendi.[60]
Estonya SSC’de 23 Ağustos 1987’de Molotov-Ribbentrop Paktı’nın yıldönümü vesilesiyle Tallinn’deki Hirvepark’ta yaklaşık iki bin bağımsızlık yanlısı toplandı. Aynı gün Riga’da (yaklaşık 7 bin kişi) ve Vilnius’ta (500–1000 kişi) benzer mitingler yapıldı.[61]
26 Eylül 1987’de Tartu’daki Estonya Komünist Partisi şehir komitesi gazetesinde (“Edasi”) Estonya’nın SSCB içinde ekonomik özerkliği önerildi. Bu öneri toplumda geniş destek buldu ve Ekonomik Olarak Bağımsız Estonya (Estonca: Isemajandav Eesti, kısaca *IME* – “Mucize”) programı geliştirildi.
13 Nisan 1988’de Edgar Savisaar televizyon programında Estonya Halk Cephesinin (Estonca: Rahvarinne) kurulmasını önerdi ve bu hareket kısa sürede oluşturuldu. Litvanya SSC’de ise 3 Haziran 1988’de Sąjūdis adlı “Litvanya Perestroyka Hareketi” kuruldu.
10–14 Haziran 1988’de Tallinn’deki Şarkı alanında 100 binden fazla kişi toplandı. Bu olay, 1988 yaz–sonbaharında yaşanan gelişmelerle birlikte tarihe Şarkı Devrimi olarak geçti.
17 Haziran 1988’de Estonya Komünist Partisi, SSCB’nin XIX. Parti Konferansı’na cumhuriyetlere daha fazla yetki verilmesini önerdi. 11 Eylül 1988’de Tallinn’de düzenlenen Estonya'nın Şarkısı etkinliğine 300 bin kişi (Eston nüfusunun üçte biri) katıldı ve bağımsızlık çağrısı yapıldı.
8–9 Ekim 1988’de Letonya SSC’de de Halk Cephesi kuruldu; 1989 baharında 230 bin üyeye ulaştı.[61]
16 Kasım 1988'de Estonya SSC Yüksek Sovyeti Estonya SSC'nin Egemenlik Bildirgesini kabul ederek Estonya yasalarının SSCB yasalarına üstün olduğunu ilan etti.[62] 26 Mayıs ve 28 Temmuz 1989'da benzer bildiriler Litvanya ve Letonya'da kabul edildi.
24 Şubat 1990'da Litvanya SSC Yüksek Sovyeti seçimlerinde Sąjūdis adayları 141 sandalyeden 101'ini kazandı. 11 Mart 1990'da Litvanya Yüksek Sovyeti Litvanya Bağımsızlık Yasasını kabul etti.[63] Aynı gün 1938 Anayasası yeniden yürürlüğe kondu.[64] Başkanlığa Vytautas Landsbergis seçildi.
18 Mart 1990'da Estonya SSC Yüksek Sovyeti seçimlerini Estonya Halk Cephesi, aynı gün yapılan Letonya SSC Yüksek Sovyeti seçimlerini ise Letonya Halk Cephesi kazandı. 30 Mart'ta Estonya, 4 Mayıs'ta Letonya bağımsızlık yasalarını kabul etti.[17]
SSCB yönetimi 18 Nisan 1990'da Litvanya'ya ekonomik ambargo uygulamaya başladı. Haziran sonunda Litvanya 100 günlük moratoryum ilan etse de anlaşma sağlanamadı. Ocak 1991'de kriz doruğa çıktı: 13 Ocak'ta Sovyet birlikleri Vilnius Televizyon Kulesini bastı; 14 kişi öldü, 600'den fazlası yaralandı.[65]
20 Ocak 1991'de Riga OMON birlikleri Letonya İçişleri Bakanlığı binasını bastı; çıkan çatışmada 5 kişi öldü, 10 kişi yaralandı.
Bu olayların uluslararası yankısı ve SSCB içindeki tepkiler, Moskova'nın Baltık devletleri üzerindeki denetimini güç kullanarak yeniden tesis etme girişimlerini imkânsız hâle getirdi.
Nisan 1989'dan itibaren Tiflis'te Gürcistan'ın bağımsızlığının yeniden tesisini talep eden günlük mitingler yapılmaya başlandı. 9 Nisan 1989 sabahı içişleri birlikleri ve Sovyet Ordusu binlerce kişilik muhalefet mitingini Rustaveli Bulvarı'ndaki hükümet binasının önünde dağıttı. Olaylarda 21 kişi öldü[66] ve 290 kişi yaralandı[67][67].
18 Mart 1989'da, Abhazya AASSR'nin eski prenslik başkenti Lıhnı köyünde 30 bin kişilik Abhaz Halk Toplantısı yapıldı. Toplantıda Abhazya'nın Gürcistan'dan ayrılması ve yeniden birlik cumhuriyeti statüsüne kavuşması önerildi. 15–16 Temmuz 1989'da Sohum'da Gürcülerle Abhazlar arasında yaşanan kanlı çatışmalarda 16 kişi öldü. 25 Ağustos 1990'da Abhazya Yüksek Sovyeti, Abhazya AASSR'nin egemenlik deklarasyonunu kabul etti. Bu karar, deklarasyona karşı çıkan Gürcü milletvekilleri ile Abhaz milletvekilleri arasında bölünmeye yol açtı.[68]
10 Kasım 1989'da Güney Osetya Özerk Oblastı Halk Vekilleri Sovyeti, bölgenin Gürcistan SSC içinde özerk cumhuriyet statüsüne dönüştürülmesine karar verdi. Gürcistan SSC Yüksek Sovyeti Prezidyumu bu kararı yasa dışı ilan etti. Tsinkvali'de düzenlenmek istenen miting sırasında göstericiler, yerel yetkililer, milisler ve Oset halkı arasında silahlı çatışmalar yaşandı ve ölümler meydana geldi. Gerginlik giderek tırmandı. 20 Eylül 1990'da Güney Osetya Halk Vekilleri Sovyeti, “Güney Osetya Sovyet Demokratik Cumhuriyeti”nin kurulduğunu ilan etti. 10 Aralık’ta Gürcistan Yüksek Sovyeti Güney Osetya Özerk Oblastı’nı kaldırma kararı aldı. Ertesi gün Tsinkvali’de üç kişi (iki Gürcü ve onlara yardım eden bir Oset milis memuru) öldürüldü[69], bunun üzerine Gürcü yönetimi Tsinkvali ve Cav bölgesinde olağanüstü hâl ilan etti.[70]
28 Ekim 1990’da yapılan Gürcistan SSC Yüksek Sovyeti seçimlerini Yuvarlak Masa—Özgür Gürcistan hareketi kazandı. Bu hareketin milletvekili Zviad Gamsahurdia, 14 Kasım 1990’da Gürcistan SSC Yüksek Sovyeti Prezidyumu başkanlığına seçildi.
6 Ocak 1991’de Güney Osetya’da Gürcü milisiyle silahlı çatışmalar başladı.
31 Mart 1991’de Gürcistan’da bağımsızlık referandumu yapıldı. Seçmenlerin %90,79’u katıldı ve %99,08’i bağımsızlıktan yana oy kullandı. Sonuçlara dayanarak Gürcistan Yüksek Sovyeti 9 Nisan 1991’de Gürcistan’ın devlet bağımsızlığının yeniden tesisine dair Bildirgeyi kabul etti. Aynı anda Gürcistan Cumhurbaşkanlığı makamı oluşturuldu. 26 Mayıs’ta yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini Zviad Gamsahurdia %87 oyla kazandı.[71]
Marksist toplumsal-ekonomik formasyon teorisi, SSCB’de yaygın olarak yorumlandığı biçimiyle, tüm ülkelerin ve halkların evrensel bir gelişim şemasını takip ettiğini varsayıyordu. Buna göre toplumlar sırasıyla ilkel komünal toplum, köleci toplum, feodalizm, kapitalizm ve en sonunda komünizm aşamalarından geçmeliydi. Her yeni aşama, öncekinden daha ileri kabul edilmekteydi.
1985 sonrasında SSCB’de yaşanan gelişmeler, bu formasyoncu yaklaşımı benimseyenlerin önemli bir kısmını farklı teorik çerçeveler aramaya yöneltti. Bu yaklaşımı koruyanlar ise — örneğin komünist veya milliyetçi düşünce çevreleri, ya da Sergey Kara-Murza gibi araştırmacılar — yaşanan değişimleri “doğal olmayan”, hatta “yapay” olarak nitelediler. Onlara göre sosyalizmin çöküşü esasen dış müdahalelerin ve ABD’nin “etki ajanı” faaliyetlerinin sonucuydu.[72] Ancak bu yaklaşım, tüm toplumsal çelişkileri dikkate almaması nedeniyle diyalektik materyalizm ilkesini zedelemekte ve çoğunlukla komplo teorisi çerçevesinde değerlendirilmektedir.
Batılı bazı Marksist düşünürler ise, Rusya’da 20. yüzyıl başında kapitalizmden sosyalizme geçişin Karl Marx’ın öğretisiyle bağdaşmadığını savundular. Amerikalı sosyalist Michael Harrington bu görüşü dile getirenlerden biriydi. Ona göre Marx, kapitalizmden sosyalizme geçişi ancak maddi ve manevi koşulların olgunlaşmasıyla mümkün görmüştü. Oysa 1917 Ekim Devrimi bu koşulları yok saymış, “yoksulluğun sosyalleştirilmesi” yoluyla yalnızca yeni bir yoksulluk biçimi üretmişti. Harrington bu durumu “anti-sosyalist sosyalizm” olarak nitelendirdi.[73]
Benzer biçimde, Karl Kautsky de 1918'de Rusya'daki devrim üzerine yaptığı değerlendirmede, sosyalizmin nihai bir amaç değil, sömürünün her türünü ortadan kaldırmanın bir aracı olduğunu vurgulamıştı. Ona göre eğer özgürleşme özel mülkiyet temelinde daha etkin sağlanabilseydi, sosyalizmden vazgeçmek gerekirdi.[74]
Neo-Troçkist Birleşik Krallık Sosyalist İşçi Partisi ise SSCB'yi devlet kapitalizmi olarak tanımladı. Onlara göre 1990'ların başında yaşanan dönüşüm, “devlet kapitalizminden uluslararası kapitalizme geçiş”ti; bu da işçi sınıfı için ne ileri ne geri bir adımdı, yalnızca sömürünün biçim değiştirmesiydi.[75] Bu yaklaşımı benimseyen bazı Rus araştırmacılar da Sovyet düzenini “devlet kapitalizmi” olarak yorumladı.[76]
Modernleşme teorisi çerçevesinden bakan araştırmacılar ise, SSCB'nin fiilen Batı'yı en ileri uygarlık modeli olarak kabul ettiğini ve teknolojik/ekonomik ilerlemeyi bu yolla aradığını belirtirler. Perestroyka sırasında sosyalist sistemin kendi içinden yenilenme kapasitesinin tükendiği ortaya çıkmış ve kapitalist mekanizmaların benimsenmesi gündeme gelmiştir.[77]
Çinli reformcu Deng Xiaoping, anılarında Gorbaçov'u, “siyasi reformu ekonomik reformların önüne koymakla hata yapan” bir lider olarak nitelemiştir. Deng'e göre öncelik ekonomiye verilmeliydi. Gorbaçov ise toplumsal desteği arkasına alarak muhafazakâr direnci kırabileceğini umuyordu.[78]
Perestroyka ve ardından gelen Sovyetler Birliği'nin dağılması, Türkiye açısından çok yönlü sonuçlar doğurdu:
Bu çerçevede Perestroyka, Türkiye'nin dış politika ekseninde Batı ittifakı yanında doğuya, yani Kafkasya, Orta Asya ve Karadeniz bölgesine açılımını hızlandıran bir dönüm noktası olmuştur.