Bu yazıda her yaştan ve her ilgi alanından insanın dikkatini çeken bir konu olan Soğuk Savaş'i detaylı bir şekilde inceleyeceğiz. Soğuk Savaş son yıllarda kültürel bir olgu olarak ortaya çıkan, akademisyenlerin, profesyonellerin ve kamuoyunun ilgisini çeken bir ilgi alanıdır. Soğuk Savaş'in popülaritesi artmaya devam ederken, mevcut toplumumuz üzerindeki etkisini ve günlük yaşamın çeşitli yönleriyle ilgisini anlamak önemlidir. Bu yazı boyunca Soğuk Savaş ile ilgili farklı bakış açıları ve yaklaşımları inceleyeceğimiz gibi, bu olgunun modern dünyamız üzerindeki etkilerini de inceleyeceğiz.
Bu maddede birçok sorun bulunmaktadır. Lütfen sayfayı geliştirin veya bu sorunlar konusunda tartışma sayfasında bir yorum yapın.
|
| Soğuk Savaş | |||||||||
|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
Sol üstten saat yönünde: Brandenburg Kapısı ile Berlin Duvarı, Berlin'deki Kontrol Noktası, Çekoslovakya'daki birlikler, Jan Palach, Berlin Duvarı yakınında bir gösteri, Mikhail Gorbaçov ve George H. W. Bush tarafından kimyasal silahsızlanma anlaşmasının imzalanması. | |||||||||
| |||||||||
| Taraflar | |||||||||
|
Batı Bloku ülkeleri |
Doğu Bloku ülkeleri | ||||||||





Soğuk Savaş (İngilizce: Cold War, Rusça: Холодная война), iki süper güç olan ABD önderliğinde Batı Bloku ile Sovyetler Birliği'nin önderliğinde Doğu Bloku ülkeleri arasında Truman Doktrini'nin ilanından (1947) SSCB'nin dağılmasına (1991) kadar devam ettiği kabul edilen uluslararası siyasi ve askeri gerginlik.[1][2] Soğuk Savaş dönemi, Amerika liderliğinde olan batı dünyası ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin önderliğindeki komünist blok arasındaki dünya üzerinde geniş bir nüfusu etki etmesine verilen isimdir. Soğuk Savaş döneminde NATO, "Batı İttifakı" olarak da biliniyordu. Batı Bloku, NATO üyesi ülkeler ile NATO üyesi olmayan ancak ABD ile müttefik olan kapitalist ve antikomünist ülkelerden oluşmaktaydı. Doğu Bloku ise, Varşova Paktı'na üye olan komünist ve bu pakta üye olmayan diğer komünist ülkelerden oluşuyordu. Bu iki karşıt blokun yanı sıra hiçbir bloku desteklemeyen Bağlantısızlar Hareketi isimli üçüncü bir blok daha vardı. Çin ve Yugoslavya hem Doğu Bloku ülkeleri, hem de Bağlantısızlar Hareketi ülkeleriydi. Bu iki komünist ülkenin her iki blokta da olmasının nedeni Sovyetler Birliği ile olan görüş farklılıklarıydı.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Adolf Hitler'in saldırganlığına karşı birlikte hareket eden üç ülke Sovyetler Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık birbirlerinden birçok açıdan farklı ülkelerdi. Sovyetler Birliği 1926'dan itibaren Joseph Stalin'in kararları ile yönetilen merkeziyetçi bir ülkeydi. Birleşik Krallık'ta anayasal monarşi bulunmaktaydı. Amerika Birleşik Devletleri'ndeyse kuvvetler ayrılığı bulunuyordu ve bir karar alınırken birçok aktör yönetime dahil oluyordu.
Birleşik Krallık ile Sovyetler Birliği arasında tarihi anlaşmazlıklar bulunurken Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetler Birliği'nin komünizmin öncüsü olmasından rahatsızdı. Stalin'in İkinci Dünya Savaşı öncesi Adolf Hitler ile saldırmazlık anlaşması yapması da ülkeler arasında güven problemleri yaratıyordu. Buna karşın hem Amerika Birleşik Devletleri hem de Birleşik Krallık, Hitler'in Sovyetler Birliği olmaksızın yenilemeyeceğinin farkındaydı. Hitler'in Sovyetler Birliği'ni Barbarossa Harekâtı ile istila etmeye kalkışmasının ardından Birleşik Krallık Başbakanı Winston Churchill, Hitler'i bir "şeytan" olarak nitelendirdi ve Birleşik Krallık'ın Sovyetler Birliği'ne destek vereceğini açıkladı. Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı Cordell Hull, Hitler'in saldırganlığı karşısında ülkesinin Sovyetler Birliği'ne her türlü desteği vereceğini duyurdu.[3]
İkinci Dünya Savaşı sürerken, 9 Ağustos 1941'de, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Franklin D. Roosevelt ile Birleşik Krallık Başbakanı Winston Churchill Newfoundland açıklarında bir araya geldi. Savaş döneminde ilk kez buluşan ikili bu görüşmede Atlantik Bildirisi metninde uzlaştı. Woodrow Wilson'ın On Dört Maddesi'ne benzeyen bu bildiri, iki ülkenin savaşı nasıl sürdüreceğini açıklamaktaydı. Bildiride başarısız olan Milletler Cemiyeti yerine yeni ve etkili bir uluslararası kuruluşun oluşturulması gerektiği vurgulanmıştı. Bildiri Roosevelt ve Churchill tarafından imzalanırken, Stalin bildiriyi imzalamayı reddetti.[4]
Farklılıklara rağmen bu üç ülke birlikte hareket etti. İlk olarak 1941'de İngiliz-Sovyet orduları İran'da bulunan Alman yanlısı Rıza Pehlevi'yi devirdi ve İran'ı ele geçirdi. İran'ın ele geçirilmesi sonrası Hazar Denizi üstünden Sovyetler Birliği'ne çeşitli yardımlar gitmeye başladı. Amerikan istihbaratıyla İngiliz istihbaratı enigmanın çözülmesi sonrası sahip oldukları önemli bilgileri Sovyetler Birliği ile paylaşmaya başladı. Atlantik Bildirisi'ne imza atmayan Stalin, gelişen ilişkiler üstüne 1 Ocak 1942'de duyurulan ve ilk hâli yirmiden fazla ülke tarafından desteklenen Birleşmiş Milletler Bildirisi'ne desteğini açıkladı.[5]
İlişkiler ilerlerken Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık, "Önce Avrupa" politikası gütmeye başladı. Amerikan ordusunun Sovyetler Birliği'ne yapacağı çeşitli yardımlar ertelendi ve tam tersine Churchill'in iknaları ile Kuzey Afrika'daki İngiliz birliklere Amerikan ordusunun destek vermesi kararlaştırıldı. Stalin bu karardan hoşnut olmadı. Bununla birlikte Stalingrad Muharebesi sürerken Amerikan ve İngiliz destekleri azalmaya başlamıştı. Bu durum Stalin'in "Batılılar Nazi ve Sovyet ordularının birbirlerini imha etmesini bekliyor, sonunda da onların istediği şartlarda bir barış dayatılacak" şeklinde düşünmesine neden olmuştu. Amerikan ve İngiliz kuvvetlerinin Kuzey Afrika'daki kesin zaferi sonrası İngiliz Hava Kuvvetleri tarafından Berlin bombalanmaya başlandı. Roosevelt Almanya ile uzlaşma olmayacağını açıklayarak koşulsuz şartsız teslimiyet istedi. Almanya'da muhalefetin yükselmeye başladığı dönemde gelişen bu olaylar Hitler'in gücünü tekrar yükseltti ve Alman ordusunun Sovyetler Birliği'ne karşı savaşını sürdürmesinde, Sovyet kayıplarının artmasında önemli rol oynadı. Bu süreçte Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık'ın Sovyetler Birliği'nden daha bağımsız hareket etmeleri, "Önce Avrupa" diyerek Sovyetler Birliği'ni Nazi Almanyası'na karşı yalnız bırakmaları Soğuk Savaş'ın temelini oluşturdu.[6]
II. Dünya Savaşı'nın ardından birçok ülkede halk demokrasileri kurularak sosyalist düzene geçilmesi ve sosyalist hareketlerin birçok ülkede yayılması, ABD tarafından tepkiyle karşılandı. 5 Mart 1946'da, eski İngiliz Başbakanı ve Batı'nın önde gelen siyasetçilerinden Winston Churchill, Amerika'nın Fulton (Missouri), kasabasında, Başkan Harry S. Truman'ın yanında Sovyetler Birliği'ne karşı bir siyasal savaş ilan eden ve Demir Perde ifadesine yer veren ünlü konuşmasını yaptı. Churchill, Anglo-Sakson ülkelerindeki yöneticileri, sosyalizme karşı güç birliği oluşturmaya çağırdı.[7] Bu konuşma, uluslararası arenada Batı Bloku için bir eylem planı oldu. Böylece bir silahlanma yarışı başlatılarak SSCB ve bağlaşıkları çerçevesinde Amerikan üslerinin ve askeri blokların kurulmasına yönelik, Soğuk Savaş dönemi açıldı. ABD, SSCB ve öteki sosyalist ülkelere karşı çevreleme stratejisi izledi. 1947 Mart ayında, ABD Başkanı Truman, SSCB'nin tehdidi altında olduğu ileri sürülen ülkelere ekonomik ve askeri yardıma dayalı doktrini ilan etti. Bir ay sonra Moskova'da toplanan müttefikler arası konferans başarısızlıkla sonuçlandı ve taraflar faşist işgalinden kurtardıkları topraklar üzerinde ayrı ayrı varlıklarını sürdürmeye devam etti.
Mayıs ayında İtalya ve Fransa hükûmetlerinde yer alan komünist partisi üyesi bakanlar, görevlerinden ayrılmak zorunda bırakıldı. 1947 Mayısını belirleyen asıl olay, Marshall Planı'nın açıklanması oldu. Çin'de Çan Kay Şek'in konumlarını savunmaları olanaksız hale gelişi karşısında ABD, Truman Doktrini'yle öngörülen yardımı, Almanya'nın da içlerinde bulunduğu Avrupa ülkelerine yöneltmeyi, böylece ekonomik yardım sağlama umuduyla Doğu Avrupa'daki halk demokrasili ülkeleri de kendine çekmeyi hedefledi, lakin Doğu Avrupa ülkeleri Temmuz 1947'de Marshall Planı'nı reddetti. Aynı yılın Ekim ayında SSCB ve sosyalist ülkelerin dış siyasetini eşgüdümlü kılmaya yönelik olarak Kominform kuruldu. 1948 Şubatında Çekoslovakya'da halk demokrasisinin yerleşmesi karşısında, Batılı ülkeler Almanya'nın kendi işgalleri altında tuttukları kesiminde bir oldubitti yaratmaya yöneldiler. Bu gelişme üzerine ilan edilen Berlin Ablukası (Haziran 1948 - Mayıs 1949) Soğuk Savaş'ın tırmanışında önemli bir dönemeç oldu. 1949 Nisanı'nda ABD ve müttefiklerinin NATO'nun kuruluşunu ilan etmelerinin ardından Mayıs-Kasım arasında Almanya'da iki ayrı devlet kuruldu. Bu süreçte Eylül 1949'da SSCB'nin de ilk atom bombasını yaptığını açıklaması ABD'nin bu alandaki tekel durumuna son verdi. Soğuk Savaş'ın doruklarından biri, kuşkusuz 1950'de başlayan Kore Savaşı oldu; o kadar ki BM'nin Güney Kore'yi desteklemesi üzerine, bir dünya savaşının patlak vermesi tehlikesi doğdu.[8][9]
1953'te Stalin'in ölümünün ardından Temmuz'da Kore'de yapılan ateşkes ile Soğuk Savaş'a göreceli bir yumuşamanın geldiğini görmekteyiz. Mayıs 1955'te Varşova Paktı'nın kurulmasının ardından Temmuz'da Cenevre'de yüz yüze gelen ABD ve SSCB temsilcileri, dünya çapında silahsızlanma konusunda herhangi bir somut sonuç alamadılarsa da, bir bakıma böylesi bir konferansın toplanması bile, gerginliğin azaltılması yolunda önemli bir adım oldu. 1957'den başlayarak Soğuk Savaş'ın varlık nedeni gitgide azaldı. Bu bağlamda 1958'de Cenevre'de nükleer denemeleri durdurma yönünde yapılan görüşmeleri, 1959'da Eisenhower - Kruşçev görüşmesi izledi. 1960'la birlikte SSCB'nin yoğunlaştırdığı barış içinde yan yana yaşama siyaseti, dünya ölçüsünde geniş yankılar uyandırdı. 1962 Küba bunalımını izleyen dönemde 1963'te ABD ile SSCB arasında nükleer denemeleri durdurmaya ilişkin Moskova Antlaşması imzalandı. 1950'li yıllara damgasını vuran Soğuk Savaş, güç gösterileri, siyasal tehdit ve şantajlar, yıkıcı ve bölücü etkinlikler, psikolojik savaş yöntemleri, kışkırtıcı propaganda vb. yöntemlerde kendini ortaya koydu. Moskova Antlaşması'yla açılan Soğuk Savaş'tan yumuşamaya doğru yönelim, 1975 Helsinki Nihai Senedi'in imzalanmasıyla siyasal düzeyde önemli bir başarıya ulaştı.[10] Fakat 1980 sonrasında ABD tarafından başlatılan yumuşamaya son verip Soğuk Savaş'ı tırmandırma siyaseti, değişik olaylar bahane edilerek, yeniden uluslararası siyasette etkili oldu. 1985 sonlarında gerçekleşen Gorbaçov - Reagan zirvesi bu gelişimi engelleme yönünde atılan önemli bir adım oldu.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra Doğu ve Batı bloklarının zaman zaman savaş çıkarma tehditleri bütün dünyada gerginlik yaratmıştır. Bu dönemde, insanlarda nükleer kıyamet paranoyası doğmuş, dünya devletleri ise bu iki bloktan birinin yanında yer almaya çalışmışlardır. Gerginlik hiçbir zaman taraflar arasında sıcak savaşa dönüşmemiş olsa da taraflar her anlamda birbirlerini yıpratmaya çalışmışlardır. Genel kabule göre, Berlin Duvarı'nın yıkılışı komünizmin çöküşüne zemin hazırlamış, Sovyetler Birliği'nin dağılması ile de Soğuk Savaş bitmiştir. Soğuk Savaş sürecinde her iki tarafın potansiyelleri;
Doğu Bloku Ordusu:
Batı İttifak Ordusu:
(NOT: Verilen sayılar yaklaşık değerlerdir.)
Bu şartlar altında olası bir nükleer savaş, dünya nüfusunu çok önemli derecede etkileyecek, yarattığı tahribattan dolayı çok fazla can ve mal kaybına sebep olacaktı.
Batı İttifakı ve Doğu Bloku ülkeleri askeri ve siyasi etkilerinin yanı sıra sanat, spor, edebiyat ve bilim gibi tüm alanlarda da birbirleri ile yarışmışlardır.
Bu Soğuk Savaş'ın başlamasına sebep olan iki devlet Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyet Birliği'nin arasında gözükse de diğer bütün ülkelere etkisi altına almıştır. Bu yazıda özellikle bu iki ülkenin izlediği dış politika ele alınmıştır.
Soğuk Savaş devletlerin kendilerine özgü strateji izlemelerine neden olmuştur. Bu iki devletin süper güç olması Soğuk Savaş'ı beraberinde getirmiştir. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri'nin bu süper güçleri nasıl kullandıkları merak konusudur. Amerika Birleşik Devletleri'nin soğuk savaş dönemindeki izlediği politika şu idi: Geçmişteki hatalardan ders alma, olası savaşları engellemek için de self determinasyon; yani devletlerin kendi geleceklerini kendileri belirlemesi.
1823-1939 döneminde Amerika Birleşik Devletleri genellikle kendini Avrupa devletler sisteminden izole etmiştir. İkinci Dünya Savaşı'ndan beri Amerika dış politikası sistemi diğer ülkeler arasında gerilim çıkartmıştır. Amerikan dış politikası için anahtar sözcükler barış, fırsat ve demokrasi idi. Amerika Birleşik Devletleri sadece gelişmiş demokratik hayat tarzının ışık kaynağı değil aynı zamanda uluslararası ilişkilerde ahlaklı, dürüst, demokratik model örneği olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri barışçıl ve demokratik bir devlet politikası izlemekte idi. Amerika Birleşik Devletleri'nin diplomasi fikri şöyleydi: Çıkar uzlaşması ve çelişkilerden uzak izolasyon. Diğer taraftan Sovyetler Birliği lideri için de ideoloji önemliydi. Onlara göre kapitalizm, insanların özgürlüğünü engelleyen başlıca neden idi. Bu nedenden ötürü Sovyetler Birliği kapitalist devletleri rakip olarak görmüştür. Yukarıdaki bilgilerde Soğuk Savaş'ın başlaması ve gelişim anlatılmaktadır. Biraz daha derine inelim.
Winston Churchill ve Başkan Franklin, 1945 öncesi Qenbec Konferansı'nda Sovyetler Birliği'nin savaş sonrası Avrupa kıtasına hakim bir güç olacağını düşünmüştü. Batılıların Sovyetler Birliği ile ilişkiyi kesip onları yok etme ve aynı zamanda Adolf Hitler'in tehdidini Batı'dan Rusya'ya doğru çevirme çabaları Sovyet düşmanlığının temel nedeni olarak düşünülüyordu. Yukarıda bunun detayları açıkça verilmiştir, şimdi biraz daha sonuçları ele alalım.
Soğuk Savaş iki süper gücün kesişmesi ile ortaya çıkmıştır. Her iki süper gücün liderleri barış aramış ancak kendi ideolojilerinden asla vazgeçmemişlerdir. Açık kapı politikası ile dünya çapındaki çıkarları korumuşlardır. ABD uyguladığı bütün stratejileri kendi güvenliğini sağlamak için yapmıştı. Sovyetler ise yayılmacı politikalar ile komünist rejimi yayma çabasına girmişti. İki devlet, dünyadaki süper güç olma yolundaki en büyük adamları atmıştı. ABD'nin uyguladığı politika, Ruslar'ın yayılmasının kendilerine bir tehdit unsuru olmasını engellemekti. Bundan dolayı Soğuk Savaş yıllarında en çok uygulanan politika tehdit politikasıdır. Bu stratejinin amacı, ABD'nin kendi güvenliğini, diğer güçler arasındaki dengeyi sağlayarak korumaktır.
Amerika Birleşik Devletleri Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin dağılmasından sonra dünyadaki tek süper güç olmuştur. Bunda etkili olan sebepler Soğuk Savaş yılından beri izlediği stratejidir. Bu strateji, Amerika Birleşik Devletleri dış politikasının temelini oluşturmuş ve bu bakış açısının hâlen devam ettirmektedir. Günümüz Amerika Birleşik Devletleri dış politikasını, Soğuk Savaş yıllarında izlediği politika itibarıyla çok da fazla değişime uğramadığını görürüz. Tarih sürekli olarak tekrarlanmaktadır ve benzer olaylar yaşanmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri'nin ekonomisinin şekillenmesinde siyasi nedenlerden dolayı Vietnam'a barışı sağlamak amacıyla girmesi ve Vietnam Savaşı sonrasında ağır ve maddi manevi yenilgiye uğraması etkilidir. Bu ekonomik şekillenmeyi, Amerika Birleşik Devletleri'nin Irak Harekâtı'nın da etkilediği söylenebilir. Amerika Birleşik Devletleri'nin Irak'ta bulunan askerlerinin geri çekilmesi, şüphesiz maddi ve manevi sıkıntılar yaratmıştır. Bunun gibi olaylar aynı zamanda Soğuk Savaş'ın etkilerindendir. Bir nevi yansıması da diyebiliriz.
Soğuk Savaş döneminin sona ermesinin ardından, 1970'li yıllar itibarıyla, her iki taraf da daha stabil ve tahmin edilebilir uluslararası sistem için birbirleri ile iletişime geçmeye başladı. Bu dönemde, stratejik silahların sınırlandırılmasıyla ve Amerika Birleşik Devletleri ile Çin'in Sovyetler Birliği'ne karşı ağırlık kazanmasıyla, açık görüşmeler sahne aldı. Ancak ülkelerarası huzur dönemi Sovyetler Birliği ve Afganistan Savaşı'nın ortaya çıkışı ile sona erdi. Sovyetler Birliği'nin Kore Havayollarını vurması ve NATO birliklerinin Able Archer 83 tatbikatını yapması tansiyonu tekrar artırdı. Amerika Birleşik Devletleri, ekonomik alanda durgunluk yaşayan Sovyetler Birliği üzerinde diplomatik, askeri ve ekonomik baskılarını daha da artırdı. 1980'lerin ortalarında yeni Sovyet lideri Mihail Gorbaçov, glasnost ve perestroyka adlı liberalleşme reformu paketlerini duyurdu ve Afganistan'da Sovyetler Birliği işgali böylece sona erdi. Federasyon ülkelerinde, özellikle Polonya'da ulusal bağımsızlık talepleri artmaya başladı. 1989 yılında Orta ve Doğu Avrupa'daki komünist rejimler çöktü. Sovyetler Birliği'ni yöneten komünist parti de kontrolü kaybetti. Sovyetler Birliği resmî olarak Aralık 1991'de parçalandı ve Moğolistan, Kamboçya ve Güney Yemen'deki komünist rejimler çöktü. Amerika Birleşik Devletleri dünyanın tek süper gücü olarak ayakta kalmayı başardı ve Soğuk Savaş bu şekilde sona ermiş oldu.
II. Dünya Savaşı'nın patlak vermesi ve Türkiye'nin iki kutuplu dünyadan kendini soyutlaması, yani savaşa fiilen girmemesi Soğuk Savaş döneminde Türk dış politikasında bazı gelişmelerin yaşanmasına neden olmuştur. Türkiye'nin İkinci Dünya Savaşı'nda tarafsız kalmasını en büyük nedeni toprak bütünlüğüne yönelen Sovyet komünizmiydi. Türkiye, ABD'nin başını çektiği NATO bloku içinde yer alma gayreti içerisine girdi. Türkiye'nin savaşta tarafsız kalması ciddi anlamda eleştirilere neden oldu ve Türkiye'de yalnızlık fobisi oluşmaya başladı. Başta Amerika ve İngiltere'nin Türk parasına karşı gösterdiği soğuk tavırlar Türkiye'de işlerin iyice çıkmaz hale gelmesine neden olmuştu. Ancak Türk dış politikaları ile ABD'nin bölgesel çıkarlarının uyuşması, Türkiye'nin Batı dünyasında yer bulmasına fırsat vermiş oldu. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından patlak veren bu dönem, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları'ndan farklı olarak silah gücü yerine ekonomik gücün kullanıldığı bir dönemdir. Yani bir anlamda dünyanın sanayileşmiş ülkelerinin gelişerek dünya üzerinde nüfuz kurma hakimiyeti olarak da adlandırılabilir. Soğuk Savaş dönemini İkinci Dünya Savaşı'ndan bağımsız bir dönem olarak görmek doğru değildir. Yıkıcı ve katliamlarla dolu geçen İki Dünya Savaşı'nın sona ermesi ülkelerin maddi anlamda kendilerini geliştirme ihtiyacını doğurdu. Bu durum da sanayi, bilim, fen ve sosyal bilimler alanında önemli adımlar atılmasını beraberinde getirdi. Türkiye'nin, İkinci Dünya Savaşı'nda fiilen bloklardan birinin tarafında yer almaması, dünyanın büyük ülkeleri olan Amerika ve İngiltere'nin tepkisini üzerine çekti. Bu da, Soğuk Savaş döneminde Türkiye'nin zora girmesine neden oldu.
II. Dünya Savaşı'nın sona ermesi ile birlikte devletler arasında bazı anlaşmalar yapılmaya başlandı. Bu dönemde müttefiklerle Sovyetler Birliği'nin Hitler'e karşı olan stratejik işbirliğine dayalı ortak olarak hareket etmeleri savaşın bitiminde çıkar ilişkilerinden dolayı çatışma zemini oluşmasına neden oldu. 1943 yılından itibaren daha da belirgin hale gelen bu çatışmalar haliyle Türkiye'nin bir şekilde tarafını seçmesini gerektirdi ve Türkiye de kendini Batı blokuna dahil etti.
Demokrat Parti 1950'li yıllarda iktidara geldi ve dış politikada benzer çabalar içerisine girdi. Türkiye, tarafsız kalıp bölgede inisiyatif almaktan kaçındı. Bu süreçte kırılma noktası, Türkiye'nin NATO'ya üye olması idi. Soğuk Savaş döneminin en önemli gelişmelerinden biri olan NATO'nun kurulmasının ana nedeni yine Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği idi. Bu dönemde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin Kominform'u kurarak Doğu blokunu oluşturması Amerika Birleşik Devletleri'nin harekete geçmesine neden olmuştu. ABD öncülüğünde, Sovyetlere karşı ortak bir savunma örgütü kurmak amacıyla 4 Nisan 1949'da NATO kuruldu. NATO'nun kurulması Türkiye'nin de bu ortak harekete girme çabasını beraberinde getirdi. Ancak bu dönemde Türkiye'nin Avrupa Konseyi'ne üyeliğinin kabul edilmiş olması İngiltere başta olmak üzere diğer Avrupalı ülkelerin tepkisine neden olmuş ve bu durumu siyasi, ekonomik ve kültürel gerekçeleri öne sürerek reddetmelerine neden oldu. Bu dönemde Türkiye'nin, Kore Savaşı'na o dönem iktidarda olan Demokrat Parti'nin meclis kararı olmaksızın 4500 kişilik bir askerî güç göndermesi, ABD'nin Türkiye'ye bakış açısını değiştirdi. Bununla birlikte ABD'nin hedeflerinden biri bölgede Sovyetlerin artan tehdidine karşı güvenlik önlemi almak amacıyla bir üs kurmaktı. Bu konuda Türkiye'nin coğrafi olarak buna müsait olması Amerika'nın Türkiye'yi NATO'ya kabul etmesini etkiledi. Türkiye'nin NATO'ya alınmasının nedenleri şunlardır:
1. Kore savaşında gösterdiği askeri başarılar,
2. Uluslararası sorunlarda Türkiye'nin Batı ülkeleri ile hareket etmesi,
3. Türkiye'nin modern ve güçlü bir kara ordusuna sahip olması,
4. Batı savunması için Türkiye'nin coğrafi konumunun uygun olması.
Türkiye NATO üyeliği bağlamında 5 temel antlaşma imzalanmıştır. Bunlar NATO kuvvetler statüsü anlaşması, Türkiye'deki Amerikan kuvvetlerinin statüsü antlaşması, 23 Haziran 1954 Türkiye yardım antlaşması, askeri tesisler antlaşması ve Türkiye ile ABD arasında İzmir Çiğli Havaalanı kullanılmasına ilişkin teknik antlaşma.
İlk antlaşma tüm NATO ülkelerince imzalanmıştır. Türkiye'deki Amerikan kuvvetlerinin statüsü Antlaşması ise Türkiye'de kurulacak Amerikan üsleri, bu üslerdeki ABD askerleri ve bunların statüleri ile ilgili kurallarla ilgilidir. Tüm bu konularda ek protokoller düzenleneceği de antlaşmada belirtilmiştir. 30 Haziran 1954'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne sunulan anlaşma 2 Temmuz 1954'te Resmî Gazete'de yayımlanmıştır. Ekli nota ise aynı gün verilmesine rağmen TBMM'ye gelmemiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne gelmeyen ekli notanın ikinci maddesinde Türkiye'ye gelecek Amerikan Kuvvetleri için Türkiye hükûmetinden izin alınmayacağı, ve bu kuvvetlerin ülkeye giriş çıkışlarının daha önceden hükûmete bildirilmeyeceği belirtilmektedir. TBMM'ye hiç gelmeyen askeri Tesisler Antlaşması ise ekleri ile birlikte İncirlik de dahil Türkiye'nin üslerinin kullanımına ilişkindir. Dönemin siyasal iktidarı, antlaşmanın TBMM'ye getirilmesinin nedenini NATO Antlaşması'nın 3 maddesine dair bir uygulama olması ile açıklamıştır. Türkiye yasalarına göre Türkiye Büyük Millet Meclisi getirilme zorunluluğunun olmadığını iddia etmiştir. Fakat. asıl neden ABD'nin bu yöndeki talebidir. Amerika Birleşik Devletleri ve Menderes iktidarı, ülkenin egemenliğinin açıkça çiğnendiği bu anlaşma ve notalardan dolayı gelebilecek eleştirilerden kaçınmışlardır. Askerî Tesis Antlaşması'na göre Amerikalılar, Türkiye'de istedikleri yerde üs ve tesis kurabilecek; buralardaki personel NATO'ya değil, doğrudan Amerika Birleşik Devletleri'ne bağlı olacaktır. Amerika Birleşik Devletleri'ne üsleri istediği gibi genişletme hakkı tanınmıştır. Amerikalılara NATO çerçevesinde tanınan haklar da genişletilmektedir. Örneğin dünya uygulamalarının tersine, ABD kurduğu üsler için kira ödememekte; Amerikalı personelin tüm gereksinimleri ABD'den temin edilmekte, gelen mallara gümrük muafiyeti tanınmaktadır. Kiminle ve nasıl yapıldığı bilinmeyen birçok ikili anlaşma ile Amerikan askerleri ve personeline kendi posta servislerini kurma ve kendi radyolarını kullanma hakkı tanınmıştır. Bu bağlamda yapılan ikili anlaşmalardan ülke egemenliğini ortadan kaldıran en önemlilerinden biri, yargı erkinin devredilmesidir. 28 Temmuz 1956'da Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın Amerikalılara verdiği 4625 sayılı nota ile, Amerikalıların Türkiye’de işledikleri suçların Türk yargısınca yargılanmayacağı kabul edilmiştir. Görev başındaki Amerikalılar işledikleri suçlardan dolayı ancak kendi yargı mercilerinde yargılanacaklardır. Görev başında olup olmadığına karar verme yetkisi ise ABD makamlarındadır.
Yukarıda sayılan anlaşmalar ve bunlara ek olarak yapılan ikili anlaşmalarla Amerikan üslerine gelince; 1970’lerde Türkiye’deki Amerikan üslerinin sayısı 101’dir. 1960’lı yıllarda üsler ve bunlarla ilişkili olarak kurulan radar tesisleri, Ortadoğu ve Kafkasların denetiminin yanı sıra Sovyetler Birliği’ni denetlemeye yönelik olmuştur. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri, Ankara Belbaşı’nda kurduğu dev sismograf ile Sovyetlerin Sibirya’daki yeraltı nükleer denemelerinin şiddetini ölçmüştür. Sinop ve Diyarbakır Pirinçlik’te kurduğu kafes radarlarla da yine Sovyetlerin gizli uydu haberleşmelerini dinlemiştir. Bu üslerin en önemlisi hiç şüphesiz İncirlik Üssü’dür. 1951 yılında inşasına başlanan ve 1954’te tamamlanan üs, ABD’nin dünya çapında “ani hareket üssü” statüsü verdiği az sayıdaki üsten biridir ve 1000 millik hareket yarıçapı ile Amerikan hava kuvvetlerinin Karadeniz, Akdeniz ve Ege ile birlikte asıl bahse konu olan Hazar petrol bölgelerini kapsayan sahada fiziki kontrol sağlamaktadır. Bu üs ayrıca 1958 yılında Almanya'dan gelen Amerikan deniz piyadelerinin Türk hükûmetinin iznini bile bekleme gereği duymadan İncirlik Üssü'nden Ürdün'e gitmelerine sahne olmuştur. Üs yine 1958 yılında ABD'nin Lübnan müdahalesinde de kullanılmıştır.
NATO'nun (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) temelini oluşturan anlaşma metni 12 ülkenin katılımı ile 4 Nisan 1949'da Washington'da imzalandı. Ağustos 1949'da yürürlüğe giren metne imza koyan ülkeler şunlardır: Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Norveç, Danimarka, Hollanda, Belçika, Lüksemburg, İngiltere, Fransa, Portekiz, İzlanda ve İtalya'dır. Türkiye ve Yunanistan'ın NATO'ya katılmasına ilişkin Kuzey Atlantik Antlaşması Protokolü 22 Ekim 1951'de Londra'da imzalandı. Türkiye, Kuzey Atlantik Antlaşması'nı 18 Şubat 1952'de onayladı ve 5886 sayılı yasa ile birliğe üye oldu. Aynı tarihte Yunanistan da anlaşmayı onayladı. NATO'nun üye sayısı, Almanya'nın 1955'te, İspanya'nın 1982'de, Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya'nın 1996'da ittifaka katılması ile 19 oldu. 21-22 Kasım 2002 tarihinde gerçekleştirilen NATO'nun zirvesinde Soğuk Savaş sonrası iki genişleme kararı alındı ve Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya ittifak ile katılım müzakerelerine başlamaya davet edildi. Bu ülkelerle katılım müzakereleri sonucunda hazırlanan katılım protokolleri 26 Mart 2003'te Brüksel'de imzalandı. Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya'nın NATO'ya katılmasına ilişkin protokollerin onaylanmasına ait yasalar 5 Kasım 2003 TBMM'de kabul edildi. 7 Eski Doğu bloku Ülkesi Romanya, Bulgaristan, Slovakya, Slovenya, Litvanya, Letonya ve Estonya. 29 Mart 2004'te ABD'nin başkenti Washington'da düzenlenen törenle resmen üye oldular. NATO'nun üye sayısı bu 7 ülkenin katılımı ile 26'ya ulaştı. Fransa, ittifak üyesi olmakla birlikte Entegre askeri yapıya dahil edildi. 14 maddelik anlaşma metni örgütün müdahale alanlara ve sınırlarını belirlemektedir.
Bu anlaşmanın tarafları Birleşmiş Milletler yasasına maçına mı ilk elenen inançlarını ve bütün haklar bütün hükûmetlerle barış içinde bir arada yaşama arzularını teyit ederler demokrasi bireysel özgürlük ve hukukun üstünlüğü ilkeleri temelinde bütün hakların özgürlüklerini ortak mirasları ve uygarlıklarını korumakta kararlıdırlar. Kuzey Atlantik Bölgesi'nde istikrar ve refahın gelişmesine amaçlarla toplu savunma ve barış ile güvenliğin korunması için çabalarını birleştirmekte kararlıdırlar. Bundan dolayı bu Kuzey Atlantik Anlaşması'nı kabul etmişlerdir.
Bu kısımda madde 6 konusunun eksik olduğu düşünülmektedir. (Mayıs 2022) (Bu şablonun nasıl ve ne zaman kaldırılması gerektiğini öğrenin) |
Madde 1 - Taraflar Birleşmiş Milletler yazısında ortaya konduğu üzere karışmış olabilecekleri herhangi bir uluslararası anlaşma hızlı uluslararası barış ve güvenlik ve adaleti tehlikeye sokmadan barışçıl yollarla çözmeyi ve uluslararası ilişkilerin de Birleşmiş milletinin amaçlarına aykırı olacak şekilde 3 kullanımı ya da tehdidinden sakınmayı tatil etmektedirler.
Madde 2 - Taraflar özgür kurumlarını güçlendirerek bu kurumların üzerinde kurulu olduğu ülkelerin daha iyi anlaşmasını sağlayarak ve istikrar ile refah koşullarını geliştirerek barışçıl ve dosya uluslararası ilişkilerin daha da geliştirilmesi ne katkı yapacaklardır uluslararası ekonomi politikalarında çatışmayı ortadan kaldırmaya yönelik ve taraflardan herhangi bir ya da hepsi ile ekonomik işbirliğini teşvik edeceklerdir.
Madde 3- Bu anlaşmanın amaçlarına daha etkin biçimde ulaşabilmek için taraflar tek tek ve ortaklaşa olarak sürekli ve etkin öz yardım ve karşılıklı yardımlarla silahlı bir saldırıya karşı bireysel ve toplu direnme kapasitenin koruyacaklar ve geliştireceklerdir.
Madde 4- Taraflardan herhangi biri, taraflardan birinin toprak bütünlüğü, siyasi bağımsızlığı ya da güvenliğinin tehdit edildiğini düşündüğü zaman, tüm taraflar birlikte danışmalarda bulunacaklardır.[11]
Madde 5 - Taraflar Kuzey Amerika'da veya Avrupa'da İçlerinden bir veya daha çoğuna yönetilecek silahlı bir saldırı hepsine yöneltilmiş bir saldırı olarak değerlendireceği ve eğer böyle bir saldırı olursa Birleşmiş Milletler yasasının 51. maddesinde tanınan bireysel ya da toplu öz savunma hakkını kullanarak Kuzey Atlantik Bölgesi'nde güvenliği sağlamak ve korumak için bireysel olarak ve diğerleri ile birlikte silahla kuvvet kullanımında dahil olmak üzere gerekli görülen eylemlerde bulunarak saldırıya uğrayan taraf ya da taraflara yardımcı olacaktır konusunda anlaşmışlardır böylesi herhangi bir saldırı ve bunun sonucu olarak alınan bütün önlemlere derhal güvenlik konseyine bildirilecektir Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliği sağlamak ve korumak için gerekli önlemleri aldığı zaman bu önlemlere son verecektir.
Madde 6 - Madde 5 kapsamında taraflardan birine veya birkaçına karşı yapılan silahlı saldırı, tarafların Avrupa veya Kuzey Amerika'daki topraklarına, Fransa'nın Cezayir topraklarına, Türkiye'nin topraklarına, taraflardan herhangi birinin egemenliği altında bulunan ve Yengeç Dönencesi'nin kuzeyinde yer alan adalara yönelik saldırıları kapsar. Ayrıca bu topraklar üzerinde bulunan kara, hava ve deniz kuvvetlerine karşı yapılan saldırılar ile antlaşmanın yürürlüğe girdiği tarihte taraflardan herhangi birinin işgal kuvveti bulundurduğu Avrupa topraklarına, Akdeniz'de veya Yengeç Dönencesi'nin kuzeyindeki Kuzey Atlantik bölgesinde bulunan taraflara ait kuvvetlere, gemilere ya da hava araçlarına yönelik silahlı saldırılar da bu kapsamda değerlendirilir.
Madde 7 - Anlaşma Birleşmiş Milletler üyesi olan tarafların Birleşmiş Milletler yasasınca uyarınca sahip oldukları hak ve yükümlülüklerin veya güvenlik konseyinin uluslararası barış ve güvenliğin sağlanması konusundaki temel sorumluluğunu herhangi bir şekilde etkilemez ve etkilediği şeklinde yorumlanamaz.
Madde 8 - Her bir taraf kendisi ile diğer taraflar ya da üçüncü bir devlet arasında şu an yürürlükte olan uluslararası sözleşmelerin bu anlaşmanın hükümleri ile gelişmediğini beyan eder ve anlaşma ile çelişen uluslararası çözümlemede girmeyi taahhüt eder.
Madde 9 - Taraflar bu anlaşmanın uygulanması ile ilgili konuları ele almak üzere hepsini temsil edileceği bir konsey oluştururlar, Konsey herhangi bir zamanda acil olarak toplanan edecek şekilde düzenlenecektir. Konsey gerekli gördüğü ikinci organlar oluşturacaktır özellikle Madde 3 ve Madde 5'in uygulanmasına ilişkin önlemleri önerecek bir savunma komitesi derhal oluşturulacaktır.
Madde 10 - Taraflar bu anlaşmalı ilkelerinin geliştirebilecek ve Kuzey Atlantik Bölgesi'nin güvenliğine katkı yapacak durumda olan herhangi bir Avrupa devletinin bu anlaşmaya katılmayan oy birliği ile davet edebilirler. Davet edilen devlet katılım belgesini Amerika Birleşik Devletleri hükûmetine vererek bu anlaşmaya taraf olabilir. Amerika Birleşik Devletleri hükûmetin aldığı her 1 katına belgesinden tüm tarafları haberdar edecektir.
Madde 11 - Bu anlaşma taraflarca kendi anayasal süreçleri uyarınca onaylanacak ve hükümleri uygulanacaktır onay belgeleri en kısa zamanda Amerika Birleşik Devletleri hükûmetine teslim edilecek bu kümede aldı her bir belgeden tüm masrafları haberdar edecektir. Anlaşma Belçika, Kanada, Fransa, Lüksemburg, Hollanda, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri dahil olmak üzere imzacıları çoğunluğu tarafından onaylanır onaylanmaz onaylanan devletleri arasında yürürlüğe girecektir diğer devletler açısından ise onaylanan verildiği tarihte yürürlüğe girecektir.
Madde 12 - Anlaşma 10 yıl boyunca yürürlükte kaldıktan sonra ya da daha sonra herhangi bir tarih taraflar içlerinden herhangi birinden talep geldiği takdirde Kuzey Atlantik Bölgesi'nde barış ve güvenliği etkileyen faktörleri ve Birleşmiş Milletler yasası uyarınca uluslararası barış ve güvenliği korumak amacıyla yapılan evrensel ve bölgesel düzenlemeleri göz önüne alarak anlaşmanın gözden geçirilmesi amacıyla görüşmelerde bulunacaktır.
Madde 13 - Anlaşma 20 yıl boyunca yürürlükte kaldıktan sonra herhangi bir taraf ayrılma bildirimini Amerika Birleşik Devletleri hükûmetine vermesinden 1 yıl sonra taraf olmaktan çıkabilir. Amerika Birleşik Devletleri hükûmeti aldığı her ayrılma bildiriminden tüm tarafları haberden edecektir.
Madde 14 - İngilizce ve Fransızca metinlerine aynı derecede otantik olan bu anlaşma Amerika Birleşik Devletleri hükûmetinin arşivlerine saklanacaktır onaylı kopyalar bu hükûmet tarafınca imzalı diğer hükûmetlere iletilecektir.
Yunanistan ve Türkiye'nin katılımı üzerine Kuzey Atlantik Antlaşması Protokolü ikinci maddesi doğrultusunda değiştirilmiş hali ile 16 Ocak 1963 tarihinde konsey Fransa'da cezaya bölgesi söz konusu olduğunda bu anlaşmanın ilgili hükümleri 3 Temmuz 1962 tarihinden itibaren uygulanamaz hale geldiğini kaydettim anlaşma bütün imzacı devletlerin onaylanan verdikten sonra 24 Ağustos 1949'da yürürlüğe girdi.
1953'te Josef Stalin’in ölümünün ardından Sovyet liderliği, iç baskının azaltılması ve parti iktidarının yeniden tanımlanması amacıyla bir destalinizasyon sürecine girdi. Nikita Kruşçev’in 1956’da Sovyet Komünist Partisi 20. Kongresi’nde yaptığı ve daha sonra "Gizli Konuşma" olarak adlandırılan konuşma, Stalin dönemindeki toplu tutuklama ve infazların parti düzeyinde eleştirildiği ilk resmî metinlerden biri oldu.[12][13] Aynı dönemde ABD Başkanı Dwight D. Eisenhower, "New Look" olarak bilinen güvenlik doktrinini benimsedi. Doktrin, savunma bütçesini sınırlı tutarken nükleer caydırıcılığa ve Stratejik Hava Komutanlığı'nın kapasitesine dayanmayı öngörüyor, konvansiyonel kuvvetlerin sayısal azaltılmasını telafi etmeyi hedefliyordu.[14] Böylece iki süper güç, doğrudan çatışmadan kaçınırken nükleer silahlanma üzerinden birbirini dengelemeye dayanan yeni bir rekabet evresine girdi.
1955'te Batı Almanya'nın NATO'ya katılması üzerine Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa'daki müttefikleri, kolektif savunma örgütü olarak Varşova Paktı'nı kurdu.[15] Bu pakt, Sovyet nüfuzunun resmi çerçevesi haline gelirken, üyelerin iç siyasetinde de Moskova'ya bağımlılığı pekiştirdi. 1956 Macaristan Devrimi sırasında Budapeşte'de başlayan ayaklanma kısa sürede ülke geneline yayıldı. Sovyet birlikleri Kasım 1956'da geniş çaplı bir operasyonla ülkeye müdahale ederek muhalif hükümeti devirdi ve sosyalist yönetimi yeniden tesis etti.[16] ABD ve Batılı müttefikler, sert protestolara rağmen askeri müdahalede bulunmayarak Doğu Bloku içindeki statükonun fiilen kabul edildiği bir örnek oluşturdu.[17]
Polonya Dışişleri Bakanı Adam Rapacki, 1957'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Orta Avrupa’da nükleer silahlardan arındırılmış bir bölge oluşturulmasını içeren bir plan sundu. Plan, Polonya, Çekoslovakya, Doğu Almanya ve Batı Almanya’nın nükleer silah bulundurmaması ve bu ülkelerde nükleer silah konuşlandırılmaması esasına dayanıyordu.[18] NATO ülkeleri, Batı Almanya’nın caydırıcılığını zayıflatacağı ve Sovyet nüfuzunu güçlendireceği gerekçesiyle öneriye mesafeli yaklaştı. Kasım 1958’de Kruşçev, Batılı Müttefiklerin Batı Berlin’deki işgal haklarının sona erdirilmesini talep eden bir ültimatom yayımladı. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yayınladığı belgelerde, 1958–1961 arasındaki Berlin krizinin, kentin statüsü ve Batı erişimi etrafında üç yıl süren diplomatik gerilimler dizisi olarak geliştiği görülür.[19][20] Kriz, Batı Berlin’den çekilme için belirtilen sürelerin dolmasına rağmen somut bir uzlaşma olmadan, fakat doğrudan askeri çatışma yaşanmadan sona erdi.
1950’lerin ikinci yarısında ABD, Stratejik Hava Komutanlığı’nın (SAC) sorumluluğunda küresel nükleer kuvvetlerini genişletti. Jet bombardıman uçaklarının ve daha sonra kıtalararası balistik füzelerin devreye girmesiyle, sürekli alarm hâlinde tutulabilen bir nükleer kuvvet yapısı oluşturuldu.[21] Eisenhower yönetimi, bu stratejiyi hem "New Look" doktrininin maliyetleri sınırlama hedefiyle hem de Sovyet nükleer kapasitesine karşı "kitlesel misilleme" tehdidini inandırıcı kılma amacıyla ilişkilendirdi.[22]
1950'lerin sonu ile 1960'larda ABD ve Sovyetler Birliği, Asya, Afrika ve Orta Doğu’daki yeni bağımsız devletlerde nüfuz kazanmak için ekonomik yardım, askerî işbirliği ve ideolojik propaganda araçlarını kullandı. Eisenhower Doktrini, Orta Doğu’da "uluslararası komünizm" kaynaklı tehditlere karşı ABD askeri yardımını devreye sokmayı öngörüyor, bölgedeki güç boşluğunu Batı lehine doldurmaya çalışıyordu.[23] Buna karşılık Sovyetler Birliği, Mısır'daki Asvan Barajı gibi büyük altyapı projelerini finanse ederek ve silah anlaşmaları yaparak bölgedeki etkisini artırdı.[24][25]
1950'lerin ortasında başlamış olan Sovyet-Çin ittifakı, ideolojik farklılıklar, dış politika öncelikleri ve Mao Zedong ile Kruşçev arasındaki kişisel rekabet nedeniyle 1960'ların başında açık bir ayrılığa dönüştü. Moskova ile Pekin arasındaki anlaşmazlıklar özellikle nükleer strateji, devrim ihracı ve dünya komünist hareketinin liderliği konularında yoğunlaşmıştır.[26][27] 1960'ta Sovyet teknik uzmanlarının Çin'den geri çekilmesi, iki ülke arasındaki kopuşun sembolik başlangıç noktalarından biri kabul edilir.
4 Ekim 1957'de Sovyetler Birliği'nin Sputnik 1'i yörüngeye yerleştirmesi, hem uzay çağının hem de ABD–SSCB uzay rekabetinin başlangıcı kabul edilir.[28][29] ABD, 1958'de NASA'yı kurarak uzay çalışmalarını merkezîleştirdi ve uydu, insanlı uçuş ve Ay programları üzerinden Sovyet başarılarına yanıt vermeye başladı.[30]
1959 Devrimi sonrasında Fidel Castro yönetimindeki Küba ile ABD arasındaki ilişkiler hızla bozuldu. Washington yönetimi, adaya yönelik ekonomik yaptırımlar ve diplomatik baskı politikaları uygularken Sovyetler Birliği, Küba'ya silah sevkiyatı ve ekonomik yardım sağlayarak yeni rejimi destekledi.[31][32] Böylece Karayipler, süper güç rekabetinin doğrudan temas alanlarından biri haline geldi.
Ağustos 1961'de Doğu Alman makamlarının Berlin Duvarı’nı inşa etmeye başlaması, kentteki nüfus hareketlerini sınırlamaya yönelik bir adım olduğu kadar, Doğu ve Batı blokları arasındaki siyasi sınırın somutlaşması anlamına geliyordu. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Berlin krizi üzerine hazırladığı tarihsel özet, 1958’de başlayan diplomatik çekişmenin 1961’de tankların Checkpoint Charlie’de karşı karşıya gelmesine kadar tırmandığını ve buna rağmen doğrudan çatışmadan kaçınıldığını vurgular.[33][34]
Ekim 1962’de Sovyetler Birliği’nin Küba’ya nükleer başlıklı füzeler yerleştirmesi, ABD ile Sovyetler Birliği’ni doğrudan nükleer çatışma eşiğine getiren Küba Füze Krizi'ni tetikledi. Kriz, kamuoyuna açık notalar ve liderler arasında gizli mesajlarla yürütülen yoğun bir diplomatik müzakere sonucunda, Sovyet füzelerinin sökülmesi ve ABD’nin Küba’ya yönelik işgal planlarından vazgeçmesiyle sona erdi.[35]
Vietnam Savaşı, 1954’ten 1975’e kadar Kuzey Vietnam ile Güney Vietnam arasında süren uzun bir çatışmaydı. Kuzey Vietnam, ülkeyi Sovyetler Birliği ve Çin’deki gibi tek bir komünist yönetim altında birleştirmek istiyordu. Güney Vietnam ise Batı ile ittifakını sürdürmekten yanaydı. Fransızların 1954’te yenilmesinin ardından Vietnam, Komünist Kuzey Vietnam ve Batı destekli Güney Vietnam olmak üzere iiye bölündü. Amerika Birleşik Devletleri, komünizmin Vietnam’da hâkim olması hâlinde Güneydoğu Asya’daki diğer ülkelere de yayılacağından endişe ederek Güney Vietnam’a para, silah ve askerî eğitim desteği verdi. Bu düşünce “domino teorisi” olarak biliniyordu.[36] ABD, 1960'ların başında çatışmaya dahil oldu. John F. Kennedy, Güney Vietnam'a daha fazla askeri yardım ve personel gönderdi. 1969 yılına gelindiğinde Vietnam'da 500.000'den fazla Amerikan askeri bulunuyordu.[36] Savaş sırasında Vietnam'ın tarım, ticaret ve sanayisi ağır şekilde zarar gördü. Ülkenin birçok bölgesi bombalar ve mayınlarla tahrip edildi. ABD de kendi içinde sorunlar yaşadı; ordu moral kaybına uğradı ve Amerikan toplumunda savaş konusunda derin bir bölünme oluştu. 1973'te ABD askerlerini geri çekmeye başladı. 1975'te Kuzey Vietnam, Güney Vietnam'ı işgal etti ve Saygon’un düşmesiyle savaş sona erdi. Bunun ardından ülke, komünist yönetim altında yeniden birleşti. Savaştan sonra Vietnam, ülkeyi yeniden inşa etme sürecine girdi. Savaş hem Vietnam hem de Amerika Birleşik Devletleri üzerinde kalıcı etkiler bıraktı.[36]
1963 Kısmi Nükleer Deneme Yasağı Antlaşması, nükleer patlamaların atmosferde, uzayda ve su altında yapılmasını yasakladı ve ABD ile Sovyetler Birliği arasında nükleer riskleri sınırlayan ilk büyük anlaşmalardan biri oldu. 1967 Dış Uzay Antlaşması ise uzayın askeri amaçlarla kullanılmasını kısıtlayarak nükleer silahların dünya yörüngesine yerleştirilmesini yasakladı.
Ağustos 1968’de Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı'na bağlı birlikler, Prag Baharı reformlarını durdurmak amacıyla Çekoslovakya’ya askeri müdahalede bulundu.[37] Sovyet haber ajansı TASS, Çekoslovakya’daki bazı hükümet üyeleri ve komünist parti yöneticilerinin "karşı-devrimci güçlerle mücadele için" yardım talep ettiğini iddia etti. Ancak gizli bir radyo konuşmasında Çekoslovakya Cumhurbaşkanı Ludvík Svoboda, işgali "hukuka aykırı" olarak nitelendirdi ve bunun hükümetin rızası olmadan gerçekleştirildiğini söyledi. ABD Başkanı Lyndon Johnson, işgalin Birleşmiş Milletler Şartı'nın açık bir ihlali olduğunu ve Sovyetler Birliği'nin öne sürdüğü gerekçelerin "apaçık uydurma" olduğunu belirtti.[37]
Sino-Sovyet ayrılığı sonucunda Çin–Sovyet sınırındaki gerilim 1969'da zirveye ulaştı; bu dönemde Sovyetler Birliği'nin Çin'e karşı geniş çaplı bir nükleer saldırı başlatmayı planladığı iddia edildi. ABD Başkanı Richard Nixon devreye girdi[38] ve bu çatışmayı, Çin ile yakınlaşma politikası yoluyla Soğuk Savaş'taki güç dengesini Batı lehine değiştirmek için kullanmaya karar verdi. Bu süreç, 1972'de Çin'e yaptığı ziyaretle başladı ve 1979'da Başkan Carter ile Çin Komünist Partisi lideri Deng Şiaoping tarafından imzalanan “Diplomatik İlişkilerin Kurulmasına İlişkin Ortak Bildiri” ile sonuçlandı.[39]
1970'lerin başında ABD ile Sovyetler Birliği, stratejik silahların sınırlandırılması konusunda kapsamlı müzakerelere başladı. 1972 SALT I Antlaşması, iki tarafın balistik füze sistemleri ve fırlatma rampaları üzerindeki kapasitesini sınırladı.[40] Aynı yıl imzalanan Anti-Balistik Füze (ABM) Antlaşması ise stratejik savunma sistemlerinin ölçeğini ciddi biçimde kısıtladı. Bu süreç, iki süper gücün doğrudan askeri rekabeti azaltmayı ve iletişim kanallarını açık tutmayı hedeflediği dönemin “yumuşama” olarak tanımlanmasına yol açtı.
1970'lerin sonlarına doğru yumuşama dönemi, Sovyet müdahalelerinin artması ve bölgesel çatışmaların yoğunlaşması nedeniyle zayıflamaya başladı. ABD Dışişleri Bakanlığı, 1979 Afganistan işgalinin iki taraf arasındaki güveni "temelden sarstığını" ve stratejik ilişkilerin yeniden soğuk bir rekabet çizgisine döndüğünü belirtir.[41]
24 Aralık 1979'da Sovyet birlikleri, Afganistan'daki iç siyasi çatışmalar ve Sovyet yanlısı hükûmetin zayıflaması üzerine ülkeye askerî müdahalede bulundu. ABD Dışişleri Bakanlığı, bu müdahalenin "yumuşama döneminin sona erdiği an" olarak değerlendirildiğini belirtir.[42] ABD, Sovyet işgaline karşı ekonomik yaptırımlar uygulamıştır. Moskova Olimpiyatları boykot edilmiş ve Afgan muhaliflerine destek verilmiştir.
Hem Reagan hem de yeni İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher, Sovyetler Birliği'ni ve onun ideolojisini kınadılar. Reagan, Sovyetler Birliği'ni "şer imparatorluğu" olarak nitelendirdi ve Komünizmin "tarihin kül yığınına" bırakılacağını öngördü.[43] Thatcher ise Sovyetleri "dünya egemenliği peşinde olmakla" suçladı.[43] 1982'de Reagan, Moskova'nın döviz gelirine erişimini sınırlamak için Sovyetlerin Batı Avrupa'ya uzanacak planlanan doğal gaz hattını engellemeye çalıştı. Bu girişim Sovyet ekonomisine zarar verdi ancak gelir akışına ihtiyaç duyan Avrupalı müttefikler arasında hoşnutsuzluk yarattı. Daha sonra Ronald Reagan bu konuda geri adım attı.[43][44]
1980'de Polonya'da işçi örgütlenmesi olarak ortaya çıkan Dayanışma (Solidarność) hareketi, ekonomik kriz, işçi grevleri ve siyasi açmaz ortamında ülkenin en geniş muhalefet hareketi hâline geldi. Papa II. Ioannes Paulus, antikomünizm için odak sağladı. 1979'da doğduğu topraklar olan Polonya'ya yaptığı ziyaret, muhalefeti harekete geçiren ve Dayanışma hareketi etrafında şekillenen dini ve ulusal bir canlanmayı tetikledi.[45] Aralık 1981'de Polonya lideri Wojciech Jaruzelski, yaşanan krize karşılık bir sıkıyönetim dönemi ilan etti. Reagan ise buna karşılık Polonya'ya ekonomik yaptırımlar uyguladı.[46] Sovyetler Birliği'nin baş ideoloğu Mihail Suslov, Polonya'nın Dayanışma hareketinin kontrolüne geçmesi durumunda müdahale edilmemesi yönünde Sovyet liderlerine tavsiyede bulundu; çünkü bunun ağır ekonomik yaptırımlara yol açabileceğinden ve Sovyet ekonomisi için bir felaketle sonuçlanabileceğinden korkuluyordu.[46]
Soğuk Savaş dönemi, iki süper güç arasında doğrudan silahlı çatışmadan kaçınılarak; silahlanma yarışı, nükleer denge, propaganda, casusluk ve jeopolitik nüfuz rekabeti şeklinde sürdü.[20] Bu silahlanma yarışı nedeniyle, her iki ülke de silah üretimi ve savunma harcamalarına büyük bütçeler ayırdı. Bu da kaynakların sivil ekonomi, tüketim malları ya da kalkınmaya aktarılmasını sınırladı. Özellikle SSCB için, savunmaya ayrılan bütçe payı gayri safi yurtiçi hâsılanın önemli bir kısmını oluşturuyordu. Bu sebeple ekonomik büyüme ve tüketici malı üretimi olumsuz etkilendi.[47] Bu bağlamda SSCB'nin ağır sanayiye ve askeri üretime öncelik vermesi, tüketim malları, tarım ve hizmet sektörleri gibi sivil alanlarda kaynak kıtlığına sebep oldu, bu da halkın yaşam standartlarında bozulmaya yol açtı.[48][49] Silahlanma ve savunma harcamaları, SSCB ekonomisinin zaten kronik sorunlar yaşayan merkezi planlı yapı ile birlikte giderek tıkanmasına sebep oldu.[47] Bütçe baskısı ve ekonomik dengesizlikler SSCB'nin ekonomik ve siyasi reformlara yönelmesine sebep oldu. Fakat bu reformlar (örneğin piyasa mekanizmaları, fiyat kontrollerinin kaldırılması) gerekli yapısal dönüşümü sağlayamadı ve ülkenin çöküş süreci hızlandı.[47] Diğer yandan, ABD'nin yüksek savunma harcamaları, bütçe baskısı ve kaynak tahsisi sorunlarına yol açtı. Bu sebeple savunma harcamaları, bazı dönemlerde sivil yatırımlar ve refah devletine yönelik programlar için kısıtlayıcı oldu.[50] Sonuç olarak silahlanma yarışının ekonomik büyüme üzerindeki olumsuz etkisi, hem ABD hem de SSCB'de uzun vadede sürdürülebilir kalkınmayı zorlaştırmış oldu.[49]
Gorbaçov 1985'te Komünist Parti'nin başına geçtiğinde perestroyka (yeniden yapılanma) politikasını başlattı. Sovyetler Birliği'ni Almanya, Japonya ve Amerika Birleşik Devletleri gibi kapitalist ülkelerle ekonomik açıdan aynı seviyeye getirmeyi amaçlayan bu politika kapsamında, ekonomik denetim merkezden uzaklaştırıldı ve işletmelerin kendi kendini finanse eder hale gelmesi teşvik edildi.[51] Bu programda, ürün bileşiminin büyük ölçüde planlamacılar tarafından değil, yöneticiler tarafından; müşterileriyle veya toptan ticaret kurumlarıyla yapılan müzakereler yoluyla belirlenmesi öngörülüyordu. Rekabet ihtiyacı açık biçimde kabul edildi ve hem müşteri arayan devlet işletmeleri arasında hem de bunlarla yeni yasallaştırılmış kooperatifler arasında rekabet ortamı oluşturulması hedeflendi.[51] Gorbaçov reform çabalarının ikinci hayati unsuru olarak glasnostu (açıklık) başlattı. Bu politika, hükümet yetkililerinin eleştirilmesine izin verdi ve medyanın haber ve bilgileri daha serbest biçimde yaymasına olanak tanıdı.[51]