Günümüz dünyasında Türkiye'de konuşulan diller farklı alanlarda büyük önem kazanmış bir konudur. Sektör, meslek veya kişisel ilgi alanı ne olursa olsun, Türkiye'de konuşulan diller geniş bir kitlenin dikkatini çekti. Bu makale, Türkiye'de konuşulan diller'in hayatlarımız ve genel olarak toplum üzerindeki etkisini tam olarak keşfetmeyi amaçlamaktadır. Kapsamlı analiz ve ilgili verilerin sunumu yoluyla, okuyucuların bu konunun günümüz dünyasındaki önemini ve sonuçlarını daha iyi anlayabilmesi için bu konunun ayrıntılı bir görünümünün sağlanması amaçlanmaktadır.
Türkiye'de konuşulan diller, Türkiye Cumhuriyeti'nde devletin anayasanın üçüncü maddesi uyarınca tek resmî eğitim ve konuşma dili Türkçe'dir. Ülkede azınlık (bölgesel) ve ülkeye göçler sonrası göçmenler tarafından konuşulan diller de bulunmaktadır.
Türkiye'de başta ülkenin doğusunda bulunan etnik köken olan Kürtlerce konuşulan Kürtçe ve aynı şekilde ülkenin doğusunda başlıca bulunan Zazalar tarafından konuşulan Zazaca ülkedeki yaygın azınlık-bölgesel dillerdendir.
Ayrıca ülkede 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması ile resmi statüdeki azınlık dilleri Ermenice, Rumca, Modern İbranice'dir. 18 Ekim 1925'te imzalanan Türkiye ve Bulgaristan Arasındaki Dostluk Antlaşması ile Bulgarca da ülkede resmi azınlık dili olarak kabul edilmiştir. Ankara 13. İdare Mahkemesi, 18.06.2013 tarih, 2012/1746 esas ve 2013/952 kararla, ilk kez Süryanilerin Lozan’da azınlıklar için tanınan haklardan istifade edebileceği kayıt altına alınmıştır. Hükümet 2014 yılından bu yana Süryanice eğitim veren okullar açtı.
Türkiye'nin mevcut sınırları içerisinde tarihsel olarak birçok nesli tükenmiş dil ve hala konuşulan diller bulunmaktadır. M.Ö. 2.bin yılda Çivi yazısı ile yazılan ve Hint-Avrupa dil ailesinin en eski dili olan Hititçe ülke topraklarındaki en eski dillerden kabul edilmektedir. Ayrıca Anadolu tarihinde konuşulan diğer diller arasında Luvice, Palaca, Lidce ve Luvi grubu'da bulunan Likçe, Lidca ve Milyanca bulunmaktadır. Ancak bu diller günümüzde dönemin Yunanlaştırma ya da Helenleştirme sonucu bölgedeki yunanca ve lehçelerinin azınlıklara asimilasyon yapılması sonucu dillerin öldüğüne inanılıyor.
Makale serilerinden |
Ayrıca Doğu Anadolu'daki Van gölü ve çevresinde konuşulan Hurri-Urartu dilleri ailesinden olan Urartuca, bölgede kurulan Urartu Krallığı tarafından MÖ 9. yüzyıldan 6. yüzyıla kadar kullanılmıştır.
Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu döneminde Tanzimat dönemi sonrasında eğitimli insanlar tarafından Fransızca insanlar arasında ortak bir dil haline geldi.
Türkiye Cumhuriyeti'nde anayasanın üçüncü maddesinde uyarınca yalnızca Türkçe resmî dil olarak geçmektedir. Türkçe ülkedeki kullanılan, konuşulan, yazılan resmî dildir. Devlet daireleri, Mahkemeler, Meclis ve diğer kamu kurumlarında anayasa hükmünce Türkçe kullanılmakta olup herhangi bir başka dilin anayasada belirtilmemesi nedeniyle konuşulması yasaktır.
Türkiye'de eğitim ve öğretim kurumlarında ana dil olarak yalnızca Türkçe öğretilmektedir. Ayrıca anayasanın 42. maddesi ile Türkçe dışında Türk vatandaşlarına anadil olarak başka herhangi bir dil öğretilemez fıkrası her düzeyde eğitim dilinin Türkçe olduğunu resmileştirmektedir. Azınlık-Bölgesel diller ülkedeki eğitim kurumlarında yalnızca seçmeli ders düzeyinde öğretilirken ülkedeki eğitim ve öğretim kurumlarının genelinde yabancı dil olarak başlıca İngilizce, Almanca, Fransızca, Arapça dilleri öğretilmektedir.
Türkiye'de yapılan birçok araştırma ve anketlerce kesin bir oran kanısına varılamayan ayrıca devlet tarafından da herhangi bir güncel kesin veri olmaması nedeni ile oranlarda kesin bir fikir sonucuna ulaşılamamaktadır. Ancak 1965 yılında yapılan genel nüfus sayımı sırasında elde edilen veriler şu şekildedir (Nüfus sayısı o dönem: 31.391.421'dir):
Ancak bu istatistiklerin güncel olmamasından kaynaklı kesin düşünceler bulunmamaktadır. Ülke nüfusunun 31 milyonun üzerinde olması ancak güncel olarak Türkiye'nin 85 milyonun üzerinde nüfusa sahip olması ve yıllar içerisindeki göçler dil tablosunda değişikliklere uğratması muhtemeldir. En güncel veriler KONDA Araştırma ve Danışmanlık ve Ethnologue tarafından listelenmiştir.
KONDA Araştırma ve Danışmanlık şirketi tarafından 2006 yılında hazırlanan "toplumsal yapı araştırması 2006" raporuna göre Türkiye'de konuşulan ana dil istatistikleri şu şekildedir:
Türkiye'nin Akdeniz bölgesinde nüfusun neredeyse tamamı Türkçe konuşmaktadır. Bölgede çok az sayıda Arapça ve Kürtçe konuşulmaktadır.
Türkiye'nin Doğu Anadolu bölgesinde nüfusun belli kısımları Türkçe konuşurken büyük bir kısmı ise Kurmancî Kürtçe, Arapça ve Zazaca konuşmaktadır. Bazı Bölgelerdeki Kürt dili bölge nüfusunun yarısından fazlası kişi tarafından konuşulmaktadır.
Türkiye'nin Ege bölgesinde nüfusun neredeyse tamamı Türkçe konuşmaktadır. Azınlık olarak ise Çerkesçe, Yunanca, Pomak, Boşnakça, Arnavutça, Kürtçe ve Yahudi İspanyolcası konuşulmaktadır.
Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu bölgesinde nüfusun büyük kısmı tarafından Türkçe konuşulmaktadır. Ancak azımsanmayacak sayıda Arapça ve Kürtçe bölgede konuşulmaktadır.
Türkiye'nin İç Anadolu bölgesinde nüfusun büyük kısmı tarafından Türkçe konuşulmaktadır. Ayrıca bölgede Çerkesce ve Kürtçe konuşulmaktadır.
Türkiye'nin Marmara bölgesinde nüfusun neredeyse tamamı Türkçe konuşmaktadır. Bölgede ayrıca Yunanca, Arapça, Kürtçe, Ermenice, Gürcüce, Lazca, Pomakça, Boşnakça, Arnavutça konuşulmaktadır.
Türkiye'nin Kara Deniz bölgesinde nüfusun neredeyse tamamı Türkçe konuşmaktadır. Bölgede ayrıca az sayıda Kürtçe ve Çerkesçe, Ermenice, Gürcüce, Lazca ve Arnavutça konuşulmaktadır.
Türkiye'de sözlü diller yanı sıra işaret dili de kullanılmaktadır. Tarihsel olarak Osmanlı döneminden başlayan ve o dönem Osmanlı işaret dili olarak geçen daha sonralarında cumhuriyetin ilanından itibaren ise Türk işaret diline geçilmiştir. Ülkede ayrıca Türk işaret dili harici Türkiye'nin Mardin ilinde konuşulan Mardin işaret dili ve Toros dağlarındaki köylerde kullanılan Orta Toroslar İşaret Dili diğer işaret dillerini oluşturmaktadır.
Türk İşaret Dili (TİD) Türkiye'deki birçok işitme engelli bireyin ana dilidir. TUİK tarafından 2000 yılında yapılan araştırma sonucunda 89.000 kişi tarafından konuşulan işaret dilinde bilenlerin 54 bini erkek 35 bini kadındır.
The legal status of Armenians designed by the Treaty of Lausanne gave them the opportunity to establish their own schools, religious and secular organizations, to teach younger generations the Armenian language, to publish books and newspapers in Armenian, to worship in their churches etc. These regulations helped them to live as a community, to maintain their cultural values, i.e. to prolong Armenian identity.
The fact that Turkish constitutional law takes an even more restrictive approach to minority rights than required under the Treaty of Lausanne was recognised by the UN Committee on the Elimination of All Forms of Racial Discrimination (CERD) in its concluding observations on the combined fourth to sixth periodic reports of Turkey. The CERD noted that “the treaty of Lausanne does not explicitly prohibit the recognition of other groups as minorities” and that Turkey should consider recognising the minority status of other groups, such as Kurds. In practice, this means that Turkey grants minority rights to “Greek, Armenian and Jewish minority communities while denying their possible impact for unrecognized minority groups (e.g. Kurds, Alevis, Arabs, Syriacs, Protestants, Roma etc.)”. Thus, the Turkish reservation purports to grant Turkey the freedom to limit a right intended for all persons belonging to ethnic, religious, or linguistic minorities – in other words, a right which “establishes and recognises a right which is conferred on individuals belonging to minority groups” – to just one elevated subset of one category of minorities, namely particular non-Muslims. Nothing in Turkey’s explanation indicates the level of importance that it attaches to the reservation. However, in its combined second and third periodic reports to the UN Committee on the Rights of the Child, Turkey highlights that the state’s “supreme interests” require minority rights to be used “as a sign of respect for ethnic, linguistic and religious diversity” rather than “as a tool for separatism and secessionism”. To that end, Turkey reports that “it is essential that current practices are sustained”. The report indicates that Turkey considers its current practices relating to minority rights essential to the avoidance of separatism and secessionism, and that its current practice is part of its supreme interests.