Bu yazıda Tuğra'in _var2 kapsamı üzerindeki etkisini inceleyeceğiz. Tuğra, başlangıcından şu andaki evrimine kadar, _var2'de çok önemli bir rol oynamış ve toplumumuzun çeşitli yönlerinde önemli değişiklikler yaratmıştır. Zamanla, Tuğra birçok disiplinde tartışma, analiz ve çalışmanın konusu haline geldi ve bu da onun etkisini ve erişimini daha iyi anlamamızı sağladı. Bu makale aracılığıyla, Tuğra'in _var2'yi nasıl dönüştürdüğünü ve şekillendirdiğini ayrıntılı olarak analiz etmenin yanı sıra mevcut ortamda sunduğu zorlukları ve fırsatları belirlemeyi amaçlıyoruz.




Tuğra, (Osmanlıca: طغرا, Tuğra) padişahın ismi ve lakabı bulunan alâmet, imza. Tuğra, hat sanatının bir kolu halinde yüzyıllar boyunca usta hattatlar eliyle yazılmıştır.
Türkçe’de kelime olarak padişahın ismini ihtiva eden özel bir işaret, padişahın imzası gibi anlamlar ifade eder. Aslı Oğuzlehçesinde tuğrağ olup, hükümdarın basılmış imzası demektir.
Orhan Gazi tarafından kullanılan ilk tuğra Orhan bin Osman ifâdesinden ibâret olup, tuğralardan ilki 1324 diğeri 1348 tarihlidir.
Birinci Sultan Osman Gazi'ye ait bir tuğraya günümüze dek hiçbir yerde rastlanmamıştır. Bu nedenle 36 Osmanlı padişahı; ama 35 Osmanlı padişah tuğrası vardır.



Padişahın kendisi ve babasının isminin yazıldığı kısma, taht, kürsü veya sere adı verilir. Buradan sola doğru uzanarak aşağıdan yukarıya doğru uzayan ve iç içe iki kavisten meydana gelen kısma ise, beyze veya sancak adı verilir.

Kanuni Sultan Süleyman'ın Tuğrası:
Önceleri; ahidname, menşur, name-i hümâyun, mülknâme, ferman, vakfiye, berat vb. üzerine ve ortaya yazılan tuğra, sonraları; para, defter ve kâğıtların başına bir hanedan arması halinde bayraklarda, pullarda ve resmi yapılarda da kullanıldı.
Tuğra, vesikalarda; tevki-i hümayun, nişan-ı hümâyun, nişan-ı şerif-i âlişan, misal-i meymun, alamet-i şerife, tuğra-i garra diye de isimlendirilmiştir.
Tuğra çekene; tuğrai, tevkii, nişancı, tuğrakeş ve tuğranüvis de denilirdi.

Şehzadeler, isimleri ile tuğra çektirirler, emirler yazdırırlar ve bu suretle kendi idareleri altındaki bölgelerde bir padişah gibi hüküm sürerlerdi. Yalnız kendi adlarına para bastıramaz ve namlarına hutbe okutamazlardı. Bu iki imtiyaz yalnız padişahlara aittir.
15 Haziran 1927 tarihinde tuğraların kaldırılması ile ilgili bir kanun hazırlanmıştır.