Sunduğumuz makalede İnsan Hakları Günü'in büyüleyici dünyasına dalacağız ve günümüz toplumundaki önemini keşfedeceğiz. İnsan Hakları Günü hem uzmanların hem de meraklıların dikkatini çeken, ilginç ve tutkulu tartışmalara yol açan bir konudur. Yıllar geçtikçe İnsan Hakları Günü, teknolojiden popüler kültüre kadar günlük yaşamın farklı yönleri üzerindeki etkisini kanıtladı. Bu makalede İnsan Hakları Günü'in arka planını, zaman içindeki gelişimini ve modern dünya üzerindeki etkisini inceleyeceğiz. Ayrıca, bu çok alakalı konuya kapsamlı ve objektif bir vizyon sunmak amacıyla İnsan Hakları Günü hakkındaki çeşitli bakış açılarını ve görüşleri analiz edeceğiz.
| İnsan Hakları Günü | |
|---|---|
23 Eylül 2011'de New York'ta kabul edilen İnsan Hakları Logosu | |
| Resmî adı | Human Rights Day |
| Ülke | Birleşmiş Milletlere üye devletler |
| Kutlayanlar | Birleşmiş Milletler |
| Önemi | İnsan hakları |
| Başlama | 10 Aralık 1948 |


İnsan Hakları Günü, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nin kabul edildiği gün olan 10 Aralık 1948'den bu yana her 10 Aralık'ta kutlanan gündür.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra dünyadaki devletler bireylere tanınan hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması konusunda birleştiler. İnsan Hakları Bildirisi, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu tarafından Haziran 1948'de hazırlandı ve 10 Aralık 1948'de Genel Kurulun Paris'te yapılan oturumunda kabul edildi. Oturumda, 6 sosyalist ülke bu ilkelerin bazılarının "Burjuva sınıfından olan insanların sınıf çıkarlarını koruduğu ve işçi sınıfını egemen sınıflarla uzlaşmak zorunda bırakacağı" gerekçesiyle çekimser kaldı. Bildiri, bu çekimser ülkeler ile Suudi Arabistan ve Güney Afrika Birliği dışında kalan ülkelerin oylarıyla kabul edildi.
Çeşitli marksist düşünürler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 1. maddesinde bulunan “Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar.” ve 17. maddesinde bulunan “Kimse mülkiyetinden keyfi olarak yoksun bırakılamaz.” cümlelerine[1] atıfta bulunarak; her insanın ekonomik olarak eşit doğmadığını ve bundan yoksun bir durumun özgürlük ve hak sayılamayacağını, dolayısıyla bu durumun bir kandırmaca olduğunu ve burjuva sınıfının mülksüzleştirilmesi gerektiğini savunan marksist görüşün bu bahsi geçen cümlelerle mücadele etmesi gerektiğini vurgularlar. Bu görüşü savunanlara göre; kapitalizm koşullarında bu kavramların içi boştur ve sadece göstermeliktir. Dolayısıyla dünyaya egemen olan emperyalizm ve sınıflı toplumlara sahip devletler, bir taraftan insan haklarına ne denli saygılı olduklarını belirterek kitleleri insan haklarından yana olduklarına inandırmaya çalışırken diğer taraftan yoksulluk verici politikalarına, gözaltında kayıplara, hak ve özgürlük taleplerine saldırılarına vb. devam ederler. Bununla birlikte özellikle Maoist görüşü referans alan bazı düşünürler ise, ezilenlerin şiddetini meşru görmeyen bir insan hakları kavramının burjuva çerçevesinde durduğunu iddia etmektedirler. [kaynak belirtilmeli] Zira marksist olduğunu belirten Küba Devrimi lideri Fidel Castro konu hakkında şu görüşleri beyan etmiştir;[2]
"Bizler çoğu kez insan hakları üzerine konuşuyoruz. Ama aynı zamanda insanların hakları üzerine de konuşmalıyız. Diğerleri lüks otomobillere binebilsin diye neden bazı insanlar çıplak ayaklarıyla yürümek zorunda? Diğerleri 70 yıl yaşasın diye neden bazı insanlar 35 yıl yaşamak zorunda?Diğerleri müthiş derecede zengin olsun diye neden bazıları berbat bir şekilde yoksul olmak zorunda? Ben, bir parça ekmeğe bile sahip olamayan dünya çocuklarının adına konuşuyorum."