Bugünkü yazımızda zamanla pek çok kişinin dikkatini çeken bir konu olan Çatışma teorileri'den bahsedeceğiz. Çatışma teorileri, kişisel düzeyden profesyonel düzeye kadar farklı alanlarda tartışma ve tartışmalara yol açan bir kavramdır. Çatışma teorileri ortaya çıkışından bu yana, anlamını ve toplum üzerindeki etkisini daha iyi anlamaya çalışan araştırmacıların, uzmanların ve meraklı kişilerin ilgisini çekti. Tarih boyunca Çatışma teorileri, insanların düşünme ve hareket etme şeklini etkileme yeteneğini kanıtlamıştır ve bu makalede onun hayatımızdaki geçerliliğinin ve devam eden varlığının ardındaki bazı nedenleri araştıracağız.
Çatışma teorileri, toplumu içindeki farklı gruplar arasındaki eşitsizliklere odaklanarak inceler. Toplumu oluşturan gruplar arasındaki rekabetten kaynaklanan çıkar çelişkisini ele alan, çatışmanın toplumun gelişimi açısından önemli bir yeri olduğunu dile getiren teori. Toplumların genel yapısını çözümleyen bir yaklaşım olarak, işlevselciliğe karşı oluşturulmuştur. İçinde üç kabulü bulundurur:
Çatışma teorisi temel olarak sosyal ve ekonomik gücün suça etkileri, kişi ve grupların davranışlarını belirleme ve kontrol etme yeteneğini tanımlamaktır. Gücün eşit olmayan dağılımı çatışmayı yaratır. Çatışma güç için rekabete yerleşmiştir. Çatışma kuramına göre, suç kavramı güçlüler tarafından tanımlanmıştır, yasalar kültürel olarak görelidirler ve doğru ile yanlışın kesin bir standardı ile bağlanmamışlardır.
Çatışma teorisinin temellerini ilk sosyologlardan Karl Marx ve Max Weber atmıştır. Sosyolojide çatışma teorisi Karl Marx tarafından 19. yy başlarında yaratılmıştır. Çatışma teorisinin temel ögeleri Marx'ın eserlerinde açık bir şekilde bulunmaktadır. İlk olarak insanların belli bir tabiata ve önceden belirlenmiş çıkar duygularına sahip olduklarına inanır. İkinci olarak tarihsel ve çağdaş toplumu, farklı çıkarlara sahip toplumsal kümeler arasındaki çatışmalar açısından incelenir.